Bu sayfayı yazdır

İstanbul Sözleşmesi İçin Çark Mevsimi Başladı!

Yazan: 01 Ağustos 2020 2517

KADEM, adeta İstanbul Sözleşmesi kayığında safa süren ve varlığını Anadolu ruhundan çok, Avrupa Birliği fonlarına borçlu bir Lale Devri oluşumudur…

Bilmem dikkat ettiniz mi; ne zaman bir akademisyen ya da köşe yazarı İstanbul Sözleşmesi aleyhinde bir şeyler söylese, kayıkları altında delik açılmış telaşıyla o kimseyi hemen ziyaret ettiler ve bu yolla kayıklarındaki deliğe parmak tıkayarak kapamaya kalktılar… Kapalı kapılar ardında neler konuşuldu, imalı teklif ya da tehditlerde bulunuldu mu bilmeyiz, ama ziyaret edilen bu kimselerin önemli bir kısmının, İstanbul Sözleşmesi’nden yana dilleri bademciklerinin arkasına saklandı… Susmayan, konuşmaya devam edenler de oldu tabi…

Fakat an itibariyle, KADEM’in İstanbul Sözleşmesi kayığı, delik deşik olmuş vaziyettedir ve her yanından su almaktadır. Hani şimdiye dek, delik sayısı iki elin parmak adetinden az idi ve kapayabilmekteydiler. Ama şimdi misal mevcut on parmaklarına karşılık, kayıklarında kırk delik var… Bu kayık, Allah’ın izniyle batacak, batmasına engel olan olursa, bir süre sonra onunla birlikte batacak… İşte bunun bir manası da şu:

“İstanbul Sözleşmesi için çark mevsimi başlamıştır!”

Evet, İstanbul Sözleşmesi mevzuunda –ve diğer her mevzuda!- İslam’ın ne dediğine göre değil, partinin ne dediğine göre hareket edenler için, parti de sırf sözleşmenin yanlışlığını gördüğü için değil, vesilesiyle oy kaybedebileceğini sezdiği için “Dönebiliriz!” deyince, çarklar başladı…

Paris’e giderken direksiyonu bir anda Medine’ye kırmak zor tabi… Bu sebeple kavisli dönüşlerle evvela İtalya’ya, sonra Libya’ya, sonra Umman’a falan uğramaları şart… Ama bunlar içinde, fikir haysiyetini, fıstıklı şöbiyetten ayrı görmeyenler de var ve bunlar, yıllarca Paris hayaliyle yazdıkları şiirleri muhafaza edip, sadece Paris yazan yerlere Medine koyacak ve bilmem kaç yıllık Medine şairi diye de taltif bekleyecek ve görecekler de…

Bunların ve diğerlerinin canı cehenneme…

Fakat canlarını cehenneme ısmarlayamadığımız bir kesim daha var ki; onların da yanılgıları, tüm batıcılığını halâ muhafaza eden Batıcı rejimin, idaresi şimdilik sırf Recep Tayyip Erdoğan’a geçti diye her yanı Asr-ı Saadet’in inıkası, her uygulamayı da Asr-ı Saadet’in semeresi gibi görmek… Bu sebeple, Recep Tayyip Erdoğan muhalfarz “İslam’ın şartı dokuz!” dese, şimşek hızı ve tasdik heyecanıyla bunları handiyse:

“Diğer dördü ne?”

Derken buluyoruz…

Heyhat ki ne heyhat!

Misal, bundan yaklaşık bir yıl evvel, İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanma aşamasında bakan Fatma Şahin ile her sürecinde birlikte olduğunu ve bazı komisyon oturumlarına bile katıldığını söyleyen, gittiği her konferansta “İLGİSİ OLMADIĞI HALDE” İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak bir sataşmayla karşılaştığını ifade eden yazar Sibel Eraslan, Batıcı rejimin geçmişte mağduru olduğu halde İstanbul Sözleşmesi’ndeki Batıcı şeytanlığı görmemiş, yüksek(!) fikir nezaretiyle imzalanmasını arkasından iteklemiş ve İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan eleştirilere karşı uzun zaman dalgakıranlık vazifesi yapmış… Kucaklayıp bağrına bastığı İstanbul Sözleşmesi’ni, ilk defa şöyle hafiften kucaktan indirmeye bakması da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Nas değil, değişebilir!” ifadesinden sonra olmuş, bunu da gene “kavga etmeden tartışmak” gibi aslında İstanbul Sözleşmesi’nin gerçek muarızlarını kamuoyu önünde küçük düşürmeye ve itibarsızlaştırmaya yönelik bir formülasyonla yapmış…11123

Ve işte…

O Sibel Eraslan, Lale Devri oluşumu KADEM’in, safa kayığı mesabesindeki İstanbul Sözleşmesi’nin ufuktaki batışı görününce, dün (29 Temmuz 2020) bu sözleşmeyi şeytanlaştıran bir yazı yazmış…

Türk Hava Kurumu’na kurban derisi bağışlayınca, tüm sabıkasının da silineceğini zanneden bir suçlu gibi bir de, İstanbul Sözleşmesi lehine olan tüm sabıkasını, yazısı içindeki şu utangaç ve çeyrek cümlenin sırtına yüklemiş:

“Detaylı okumalar sonucunda fark ettiğim ve cidden tedirgin olduğum bir mevzuyu sizinle paylaşacağım…”

Hoppala!

İmzalanma safhasında, bakan Fatma Şahin ile birlikte İstanbul Sözleşmesi’ne nezaret ettiğini, komisyon toplantılarına iştirak edecek kadar işin içinde olduğunu bir yıl evvel söyleyen Sibel Eraslan, millete serum iğnesi diye soktukları şeyin aslında kazık olduğu iyiden iyiye anlaşılınca, serum iğneliği safhasını çeyrek cümle ile geçiştirip, İstanbul Sözleşmesi’nin nasıl yağlı, nasıl bıçkın, nasıl sivri bir kazık olduğunu anlatma safhasına geçmiş:

“İstanbul Sözleşmesi, Feminizm ve LGBT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transeksüel) düşüncelerinin ideolojik kavramsallaştırmalarıyla yapılandırılmış bir metindir. Tüm dünya ülkelerine, kadına yönelik şiddetle mücadele ismi altında empoze ediliyor oluşu maskesinin altında, kadın ile erkek üzerinden kurulmuş varoluş ve insanlık bilgisini değiştirmek, bozuma uğratmak hedefindedir... İstanbul Sözleşmesi, AB uyum yasaları çerçevesinde bize dayatılmıştır…”

Bu kadar mı?

Değil, daha İstanbul Sözleşmesi’ni, bütün dinlerin kökünü kazımak için hazırlanmış bir metin olarak takdim edişi var:

“İstanbul Sözleşmesi’nin tekrarlar halinde ortaya koyduğu sekans kavram, hatta metnin ana fikri; ‘’toplumsal cinsiyet’’tir (gender) ve sosyolojik bir kurgu olduğu kadar ideolojik bir tanımlamadır. Yani insanlar aslında kadın ya da erkek değildir; toplum, kültür, gelenek ve din, insanları kadın ya da erkek olarak ayırmıştır ve şiddet işte bundan kaynaklanmaktadır. Bu yüzden bu inançların hepsinin ‘’kökü kazınmalıdır’’...

Yani adeta Sibel Eraslan, gelişine reverans tavrı gösterip, teşrifatçılık ettiği İstanbul Sözleşmesi’nin, bir anda tekme olmak ve kıçına inmek istiyor…

Heyhat ki, ne heyhat!

Siz ona bakın, batışı belli olmuş İstanbul Sözleşmesi kayığı hakkında diğerlerinin de tavrını görün…

Ama artık ok yaydan çıkmıştır… Bu sözleşme, reddolunmalıdır… Fakat yıllardır ettiğimiz bir dünya lafı kulak ardı eden ve KADEM-Özlem Zengin lokomotifine tutunarak, kara vagonlar halinde milli irfan haznesinin üstünden geçenler, bu işi öyle kolay dönülür bir şey olmaktan da çıkarmış durumdalar…

Hani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hiçbir sıkıntı olmayacağını bilse, bu sözleşmeyi derhal buruşturup atacak… Buna eminiz… Ama şimdilerde, İslam düşmanı cephenin adeta kutsal bir kitap gibi sahiplendiği bu sözleşme için savaş hazırlıkları yaptığı da malum… Hal böyleyken, KADEM-Özlem Zengin formülasyonuyla Ak Parti, bildik taktiği deneyerek bu işi halletmek isteyecek… Yani Müslümanların ağzına bir parmak bal çalar gibi, İstanbul Sözleşmesi’nin bazı maddelerini apar topar değiştirmek ve işi kotarmak… Bildik tavır dediğimiz işte, yirmi yıldır gösteriliyor olan, orta yolculuk etmek…

Böyle yaparlarsa net söylüyoruz, İstanbul Sözleşmesi belki daha sonra ama bu defa Ak Parti ile birlikte batacak…

Zira bu noktada Sibel Eraslan, son söylediği mevzuda doğru söylemektedir, İstanbul Sözleşmesi, bir sözleşme değil, kadına karşı şiddeti, bahane ve çıkış noktası olarak kullanan ve bu yolla insanî hilkati bozmaya yönelen bir manifestodur…2

Daha kaç kere söyleyeceğiz:

“İstanbul Sözleşmesi, toplamdan tüten manasıyla tastamam bir Şeytan Sözleşmesi’dir!”

Yani şeytanlık, onun tüm metnine siniktir… Birkaç maddesine hasredilmiş değildir… Mevzu daha iyi anlaşılsın ve daha iyi anlatılsın diye bir misal getirelim:

Hani Muhyiddin Arabî Hazretlerinin Füsusu’l Hikem isimli eserinde, içinde hiçbir Müslümanın asla kabul etmeyeceği bazı ifadeler var… Firavun’un gerçekte mümin olması gibi… İşte bazı iyi niyetli âlimler, sırf bu hususu tevil etmek için “Bunlar eserlere sonradan koyuldu!” gibi bir savunma yaparlar… Ama hakikatli bazı âlimler de, bunun yersiz bir savunma olduğunu, çünkü Füsusu’l Hikem’de olan yanlışlığın ne bir dil sürçmesi, ne de bir sonradan ilave olamayacağını, bu yanlışlığın eserin tamamına sinik olduğunu kaydederler.

Gerçekten de, Füsusu’l Hikem, Vahdet-i Vücut anlayışını tahakkuk ettirmek için, Peygamber hayatları vesile kılınarak yazılmıştır ve bu tahakkuk da eserin tamamı üzerinde arızî durumlar ortaya çıkarmıştır. Mesela Hz. Nuh bahsinde de, Kur’an’ın “Ne yöne dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara-115) ayeti bağlamından koparılmış ve putlara tapan Nuh kavminin lehine kullanılmıştır. Hz. Nuh’un yoldan çıkmış kavmi Kur’an’ın ifadesiyle “Vedd’i, Süva’yı, Yeğus’u, Yauk’u ve Nesr’i terk etmeyin.” (Nuh-23) diyerek put tapıcılığını teşvik ederken, onların puta tapıcılıklarını Füsusu’l Hikem “Şayet ilâhlarını terk etmiş olsalardı, o ölçüde Hakk’tan bilgisiz olurlardı; çünkü Hakk’ın, ibadet edilen her şeyde bir yüzü (vech) vardır.” diyerek aklar… Bu hususun detaylarını, Vahdet-i Vücud, Tasavvuf’un Nesi Olur?” isimli eserimizde gösterdik…

Ama bu vesileyle İstanbul Sözleşmesi mevzuunda söyleyeceğimiz şey de şu:

-Toplumsal Cinsiyet kavramı, Allah’ın bir erkek ve bir kadın olarak iki cins yarattığı insandan bu hakikati, onu ya üçe çıkarmak ya da teke indirmek yoluyla silmenin şeytanî formülasyonudur ve bu şeytanlık, İstanbul Sözleşmesi’nin her maddesine balmumu gibi sindirilmiştir…

Ahmak muhafazakârların, İstanbul Sözleşmesi kayığı batarken, “Bazı maddelerini düzeltsek yeter!” deyişlerini, bu hakikatle beraber düşünün…

Fark edelim: Şeytan, kalelerinden biri düşerken, savunma hamlesini ahmak muhafazakârların kafasına hulul ederek kuruyor…

Vatanı, CHP’den sonra bir de, ahmâk muhafazakârlara karşı korumak zorunda oluşumuz, CHP’ye nefes aldırıp, Müslümanlarına kahır çektiren, ne menem bir bela…