Bu sayfayı yazdır

Ayasofya Sentorluğu

Yazan: 22 Haziran 2020 3647

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Ayasofya Türkiye Cumhuriyeti’nin bir mülküdür, fethedilmiştir!” demiş… Bu bilgi notunu paylaşan gazeteci de, “Budur.” diye cezbeye gelmiş ve noktayı koymuş…

Bize bu noktada, fikir haysiyeti namına “Budur.” deyip nokta koyan ve kafasını emmebasma tulumba gibi kullanan gazeteci tipi değil de “Mülkü bize aitse, tasarrufu niye bize ait değil?” diye soran ve kafasını fikir haysiyetine tahsis eden gazeteci tipi lazım…

Gerçi; bu gazeteci tipi peyda olunca ve arzuladığımız tavrı gösterince de “Gazeteden kovulsun!” diyecek siyasetçi tipinin gitmesi ve yerine “Doğru söylüyorsun! Acı da olsa, doğru!” diyecek siyasetçi tipinin gelmesi gerekecektir…

Bu da ancak, bu nevi siyasetçi tipini getirecek, hakiki bir milli irade ile mümkün…

Ama nerede?

Zira Türkiye, bir asırdır mümkünlerin değil, muhallerin ülkesidir ve Ayasofya meselesi, bu vaziyetin en iyi tecelli ettiği bir sahadır…

İşte bakın; bu ülkede kimsecikler “Bu yüzük benim!” diye caka satan adama “Öyleyse niye burnuna takılı?” diye sormaz ve hakiki hürriyete, “zulüm” kavramının kırbaçları altında kölelik ettirilir…

Zulüm, bir şeye, layık olduğundan başka konum aldırmak demektir…

Ve Ayasofya el’an, tamtakır bir fetih sembolü değil, tastamam bir zulüm sembolüdür!

Tam Kemalistlere göre Ayasofya, Mustafa Kemal’in irade gösterip, fiile geçirdiği üzere bir müzedir… Aksi düşünülemez bile…

Tam müminlere göre Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in irade gösterip, fethettiği üzere bir camidir! Aksi düşünülemez bile…

Bir de tabii, yetkiyi tam müminlerden alıp, tam Kemalistlere endişeyle bakan ve Ayasofya konusunda, Yunan mitolojisinin yarı insan yarı at Sentorları gibi yarı Kemalist, yarı mümin tavrı gösteren ve Ayasofya müzesinde Fetih Suresi okutanlar var…

Hani işin onlara göresiyse, vaziyet lisanıyla herkese arz ettiği üzere şudur:

“Ayasofya, şanıyla şerefiyle bir fetih müzesidir!”

Bunlar, Sultan Mehmet Hazretlerinin, etrafında Şahi toplarpatlatarak fethettiği İstanbul’un fetih gününü, “Ayasofya Müzesi” etrafında maytap patlatarak coşkuyla kutluyor ve bunu da, Ayasofya zulmünün sanki de sonlanması gibi idrak edip, öylece takdim ediyorlar!

Bilmem, bunu görebiliyor musunuz ama bu orta yolcu tavır, gitgide, Ayasofya’yı müze kılan Kemalist tavırdan daha da fazla, Ayasofya’nın cami vaziyetine avdeti önünde engel olucu bir hal almaya başlamıştır… Hani muhal ya, bir gün tam Kemalistler, tam müminlere:

“Hadi hadi! Camiye çevirin!”

Diye bir Ayasofya jesti yapsa, Ayasofya Sentorları orta yere atılacak ve:

“Bu ne bağnazlık! Dünyaya kendimizi anlatamayız!”

Diyerek işe taş koyacaktır!

Ayasofya’nın müzeliği maatteessüf, onu asli hakikatine çevirecek kadro eliyle gitgide tescil edilmektedir!

Recep Tayyip Erdoğan’ın, söylediği vakit, apaçık söylenişini müthiş hata diye tecrim ettiğimiz:

“Biz Ayasofya’yı cami yaparsak, dünyanın her yanında camilere saldırırlar!”

Şeklindeki açıklamasını da, Ayasofya’nın cami olması önüne koyulmuş en büyük taş olarak görmek lazım…

Hani, Batılı eşekleri, karpuzun tadını bilmezlerken, akıllarına düşürülmüş kabuğu üzerinden karpuz hayaline doğru itmek, Ayasofya’nın cami yapılması sorununu, karpuz çekirdeği çapından, karpuz tanesi çapına erdirmek demektir…

Karpuz çekirdeği, karpuz olma evresine girmiştir!

Düşünün ki; Ayasofya kahramanlığı, Recep Tayyip Erdoğan’ın yamacına yaklaştı, yanıbaşına sokuldu, ona göz kırpıp kucak açtı, açtığı kucağa kucak açılmayınca daha da yaklaştı, yakasından tutup silkeledi ve:

“Beni asli hakikatime döndür, asli kahraman sınıfına geç!”

Dedi ama aynı Recep Tayyip Erdoğan, bu süreci hep omuz silkerek geçirdi…

Görün ki; şu an, Ayasofya kahramanlığı, Ayasofya’nın asli haline döndürülme ihtimaliyle birlikte peyderpey uzaklaşmaktadır… Hala ufuktadır ama silüeti gitgide küçülen bir istikamet rotasıyla, elveda etmektedir…

Acıtıcı bir tespitle tekrar heceleyelim:

Recep Tayyip Erdoğan, en güçlü dönemlerinde ve fırsatlar göz kırparken Ayasofya’yı halâ asli hakikatine döndürmüş değil, döndürmedi… Üç günlük dünya burası… Ömür dediğiniz, bir var, bir yok… Allah hayırlı ömürler versin, bir gün hak vaki olduğunda ve Recep Tayyip Erdoğan öldüğünde, İstanbul özelinde arkasından “Haliç’i boktan kurtardı!” da denir ve bir gün o da denmez olur ama eğer “Ayasofya’yı zulümden kurtardı!” denirse, Ayasofya asli hüviyetiyle ayakta kaldıkça, o da okşayan rahmet nağmeleriyle her daim gönüllerde ve dimdik ayakta kalır…

Tercihler, fora… Ve imanla beraber, amele tabi…

Peki ya Recep Tayyip Erdoğan, bir gün en zayıf günlerini yaşarsa ve fırsatların bütün gözleriyle körleştiği o demde, sırf Ayasofya vesilesiyle güçlenmek niyetiyle Ayasofya’yı camiye çevirmeye kalkarsa?

İşte o zaman ahvale Fetih Suresi değil de, Yasin Suresi kıraatı lazım olacak… O da Ayasofya’da değil, İstanbul çaplı bir Karacaahmet’te okunmak üzere…

Ne ise ne… Ayasofya, bir gün elbet zulümden kurtulacak! Bugün ya da yarın, ya da daha sonra… Mesele Ayasofya Camii’ne nispeten kimlerin zalim kalacağı, kimlerin kahraman olacağı ve kimlerin ortadan yürüyücü halleriyle, Ayasofya Sentorluğu edeceğinde düğümlü…

Bu yazının matbaa için teslim edildiği saatlerde, Recep Tayyip Erdoğan’dan kelimesi kelimesine şöyle bir açıklama geldi:

“Ayasofya, cami olarak turistler tarafından ziyaret edilmeye devam edilebilir. Sultan Ahmet’te olduğu gibi… Buna milletimiz karar vermeli…”

Bizim de haberimiz, lokanta camına ekmek banınca, kendisini içerideki dönerden yiyor sanan milletimizin, sanal sevinç naraları vesilesiyle oldu… Sanki de Ayasofya, aslına irca edilmişti de, buna seviniyorlardı!

Oysa Recep Tayyip Erdoğan, bunlardan daha net cümleleri, bundan tam 1 sene 3 ay önce Trabzon’da etmemiş miydi:

“Bana sordular… Ayasofya’ya halâ parayla mı girilecek… Ben de dedim ki ‘Hayır! Ayasofya’ya girişi ücretsiz yapabiliriz!’ Ve sadece ücretsiz hale getirmek de değil, Ayasofya’yı tekrar aslına rücû ettiririz… Bu ne demektir? Yani Ayasofya’yı müze olmaktan çıkarır, Ayasofya’yı cami ismi ile müsemma hale getiririz… Şimdi Trump, Kudüs’ü kalkıyor başkent ilan ediyor, öyle mi? GolanTepeleri’ni işgalci İsrail’e peşkeş çekiyor, öyle mi? E siz de Türkiye’den bir cevap alacaksınız!”

Seçim geçti, bir sene üç ay da geçti. Netice, sıfır? Bugün de, bir sene üç ay önceki sanal fetih coşkusuna benzer bir coşku, el’an sürüyor.

Ve bu fiilsiz açıklamalar ve sanal sevinçler, Ayasofya’nın aslına ircaını da zorlaştırıyor. Bir kere Ayasofya’yı, Amerikan’ın Kudüs’ü İsrail’in başkent ilan edişine karşılık olarak göstermek de, başlı başına bir hata… Ayasofya’nın manası emsalsizdir ama tasarruf hakkının tastamam bizde olması yönünden Ayasofya, Haymana Ovası’ndaki bir topuk taşından farksızdır. Ve Ayasofya bu kadar bizimken, halâ bir çekiştirme mevzusu olan Kudüs ile muadil tutulması, yanlıştır.

Hani karşıdan:

“Tamam, biz Kudüs’ü aldık, Ayasofya da sizin olsun!”

Diye bir ses gelse, Kudüs gittiğiyle kalacak ve bizim malımızı, bize parayla satmışlar gibi bir enayiliğin öznesi kılınacağız… Dağdaki kurt, köydeki kuzuyu dağa kaldırsa ve köydeki muhtar, dağdaki kurda:

“Eğer köyün kuzusunu yersen, ben de köy çeşmesini kırarım!”

Diye rest çekse, olur mu hiç? Köydeki çeşme, kurdun değil ki! Hem o kadar kurdun değil ki; lafa bile getirilmemeli, kurdun aklına “Yahu demek köy çeşmesi benimmiş de, haberim yokmuş!” fikrini iyice sokmamalı…

Vallahi ne diyelim, bıktık… El kadar çocuktuk, Ayasofya’ya ağıtlar duyar, Ayasofya’ya özgürlük sloganları işitirdik…

Herkesle beraber biz de sanırdık ki; CHP’nin elinde kaldıkça Türkiye, Ayasofya da müze kalacak… Şimdi Müslüman Anadolu halkı, yirmi yıldır Müslüman kimlikli bir partiyi, uğrunda başını da vermek pahasına tek başına iktidarda tutuyor.

Ve şu ana dek de, Ayasofya’ya dair martaval dinlemekten öte bir muvaffakiyete şahit olmadı…

Fonda Recep Tayyip Erdoğan’ın:

“Ne var ki, istediğimiz an açarız…”

“Seçimden sonra açıyoruz!”

“Kızdırmayın, açarız haaa!”

“Halt etme! Sultan Ahmet’i doldurun, açalım!”

“Biz açarsak, dünyanın her yerinde camilere saldırırlar! Kolay mı!”

Sesleri, ana melodi de daima Anadolu’nun ahı:

“Ah Ayasofyam ah! Benle beraber, ne bed talihin var senin!”

Bu ahın manası aslında şudur:

“Açacaksan aç! Yoksa sus da, bahtıma yanayım!”