Bu sayfayı yazdır

Kemalizm'in, Ümit Kestiklerinden Misiniz?

Yazan: 16 Mayıs 2020 2067

Gerçek Müslümanlık, teoride ve pratikte, küfür ve şirk ile uzlaşmayı kabul etmeyen Müslümanlıktır!

Bir aslanla, bir sırtlan çetesi bir an yenişemeyebilir ve sulhu tesis için bu sebeple, orman koruluğuna tebeşirle çizilmeyen sınırlar çekebilirler, yetmedi, tabiî bir saldırmazlık anlaşması da yürürlüğe koyabilirler. Böyle olunca, aslan, aslanlığı kendinde, gene aslan, sırtlanlar da, sırtlanlıkları kendilerinde, gene sırtlandırlar.

Aslanlık ile sırtlanlığı hakikatiyle ortadan kaldıracak şey, aslan ile sırtlanlar arasındaki bir uzlaşmadır. Ateşkes ya da anlaşma değil de, uzlaşma!

Aslan yelesi tarayan kuaför bir sırtlan ya da sırtlan siparişi alan garson bir aslan! Ne derseniz deyin, böyle vasıflandırmalarda aslanlık da, sırtlanlık da artık mecazîdir, hakiki değil…

Tıpkı küfür ve şirk ile uzlaşmış bir Müslümanlığın, artık hakiki değil mecazî, gerçek değil sahte olmasındaki gibi…

Düşünmeye devam edelim:

Karaya basılı ayağıyla çevik ve hızlı bir ceylan, bataklığa gömülü kuyruğuyla hantal ve uyuşuk bir timsahın, “Gelsene! Kulağına diyeceğim var!” tuzağına düşse ve sonra da bir güzel öğütülse, timsahtan arta kalan birkaç kemik kırıntısı ve titrek kuyruğuyla da olsa o ceylan, gene ceylandır!

Hiç bari arta kalanlarına, gene ceylanlığa izafeten “ceylan kemiği” veya “ceylan kuyruğu” derler.

Oysa küfür ve şirk ile uzlaşmış Müslümanlıktan geriye, hakiki İslam’a ithaf edilecek tek bir zerre bile kalmaz… Çünkü kendisinden zerre koparılınca, kendisindeki tamı da kaybolan gerçek Müslümanlık, sahte Müslümanlık ile zerrede dahi olsa aynîlik belirtmez.

Gerçek Müslümanlık, küfür ve şirk ile asla uzlaşma kabul etmeyeceği gibi, küfür ve şirk ile uzlaşmış sahte Müslümanlık ile de, asla uzlaşmaz, bir araya gelemez…

Gerçek Müslümanlığın, küfür ve şirk ile bir araya gelemez ve belki de, bu gelemeyişe bir nişane olsun diye Peygamberler Peygamberi, biri tevhide muavenet “Kul Hûvallahu Ehad”, diğeri ise küfür ve şirke mukavemet “Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun” (İhlâs ve Kafirun) Sûrelerini, iki rekatlık namazlarında bir araya getirdikleri çok olur.

Mesela sabah namazı ile akşam namazının sünnetlerinde…

Ya da bazen vitir namazlarında…

Ya da tevhidin ve şirke karşı direnişin sembolü Kâbe’yi, tavaf ettikten sonraki bazı namazlarında…

“Kul Hûvallahu Ehad” ile “Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun”u bir arada bir de, Tirmizî’de mukayyet bir Hadiste görürsünüz:

“Kul Huvallahû Ehad, Kuran’ın üçte birine denktir, Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun, Kuran’ın dörtte birine denktir!”

Kul Huvallahû Ehad, “Allah, birdir!” der…

Ve Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun, “Allah, sahte ilahlarla uzlaştırılamaz!” der…

Hele meseleye bakın:

Bir keresinde, vakitsiz huzura giren bir Sahabîye, Allah’ın Resulü soruyorlar:

-Seni buraya getiren önemli iş ne ola?

-Ey Allah’ın Resulü! Bana uyuyacağım sırada okuyacağım bir şey söyle!

Ve tevhidin varlık tuğrası mukaddes lisanlarıyla, cevap veriyorlar:

-Öyleyse yatağına girdiğinde Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun’u oku, öyle yat… Çünkü o, şirkten uzaklaşma bildirisidir!

Aman Allah’ım, tabire dikkat: Sirkten uzaklaşma bildirisi!

Zaten başkalarına da sık sık söylüyorlar:

-Size, sizi şirkten koruyacak bir kelime söyleyeyim mi?

-Söyle ey Allah’ın Resulü!

-Uyumadan önce Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun’u okuyunuz!

Peki, bu kıraat emir ve nasihatleri, “Abrakadabra” cinsinden bir efsun telkininden mi ibarettir? Bin kere haşa! Öyleyse peki, hayatı Kul Huvallahû Ehad’ı tahkim ve tatbik mücadelesiyle geçmiş Peygamberler Peygamberi’nin, Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun’unu küfür ve şirk ile mümin gönlü ve hayatı arasına tampon kılışlarındaki mana nedir?

Bu mana tam olarak nedir, ayrı husus… Ama şu kadarını söyleyebiliriz:

-Bu mananın buğusu, Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun’un inzal oluşlarındaki vaziyetin buğurdanlığından tütüyor…

Buyurun, bakın:

Teslim olmaz nur genleriyle Allah Resulü’nün karşısında bir an acziyet hisseden müşrikler, ortaya çıkan “yeni din”i şirk düzenlerine entegre etmek için Kâinat Efendisi’nin karşısında çıkıyorlar ve aynen:

“Gel! Bir sene sen bizim ilahlarımıza tap! Ölmeyiz ya, bir sene de biz senin ilahına tapalım ve bu kavgayı sonlandıralım!”

Diyorlar. Ama bir kere Kelime-i Tevhid’in, Yani Lâilahe illallâh’ın iki kanadı var. İlk kanadı “Lailâhe” ile nefiy –reddetme- gerçekleşir ve bütün sahte ilahlar reddolunur. Ve ikinci kanadı “İllallâh” ile ispat zuhura gelir ve “Bir Allah”ın hâkimiyeti tasdik ve tahkim edilir.

Ve işte Allah’ın Resulü, bu tasdik ve tahkimin -geçmişten gelen ve geleceğe giden bütün zaman ve bütün mekân için- kendisinde düğümlendiği mukaddes şahsiyettir ki; bu teklifi reddediyor!

Ama Mekke’de, işkence gören gariplerin nidalarından yükselen Tevhid sesi, müşrikleri tedirgin etmeye devam ediyor. Tekrar tekrar, gurur heykeli kaidelerine bel büktürüp, mukaddes huzura geliyorlar ve:

-Hiç olmazsa, bizim ilahlarımızdan bazısını istilam et (el sür, öp), biz de senin ilahını tasdik edelim, saygı duyalım!”

Diyorlar. Ahmak kâfirler, gerçek Müslümanlığın, küfür ve şirk ile teoride ve pratikte, tek zerrede dahi olsa uzlaşamayacağını bilmiyorlar. Ama bunu, halâ “Abdullah’ın yetimi garip çoban” gördükleri İnsanlık Fahri’nden duya duya da yılmıyorlar:

-İstediğin mal mı, güzel kadınlar mı? Hepsi senin olsun! Daha ne diyelim, gel, başımıza geçirelim seni! Kralımız yapalım! Tek, bizi, ancak bizim kanunlarımızla yönet!

Küfür ve şirkin, hususi hâkimiyetini bile devredici bu teklifleri, İslam Davasını tek santim silkeleyemiyor, tevhidin nur kayasından tek zerre toz kaldıramıyor, Peygamberler Peygamberi’nin umurunu, tek lahzalık teessüre getiremiyor.

Ve işte, bütün bu vaziyet üzerine, son sözü ebedî kelamıyla Allah söylüyor ve Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun Sûresi iniyor:

“De ki (Ey Resulüm): Ben sizin taptıklarınıza tapmam… Siz de benim taptığım (Allah’a) tapacak değilsiniz. Ve ben sizin taptıklarınıza tapıcı değilim… Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz… Sizin dininiz size… Benim dinim bana…”

Allah Resülü, Kul Ya Eyyühe’l Kâfirun Suresi indiği zaman derhal Mescid-i Haram’a gidiyor ve o an orada toplu bulunan, kuru kafalı bütün Kureyş ulularına onu okuyor.

Allah’ı has ismiyle bilen, hatta ona kendilerince ibadet eden ama bunu yüzlerce putun ortaklığıyla yaptıkları için Allah’tan ve O’na ibadet etmiş olmaktan mahrum kalan müşrikler, işte o anda ki; hakkında “Uzlaştırırsak, getirdiği dini araya kaynatır, yok ederiz!” diye düşündükleri Allah Resulü’nden ümidi kesiyorlar!

Bu ümit kesiş, zulüm ve saldırının dozajını arttırıyor ama İslam gemisini yüzdürecek gemiyi de zaten, gözyaşlarıyla dolmuş denizler yükseltiyor!

Hey gidi hey!

Kendi devrimizde de, gerçek Müslümanlığı belirleyen şey, her müminin kendi nefsine soracağı şu sorunun cevabında alenidir:

-Ey nefsim? Sen de, Kemalizm’in ümit kestiklerinden misin?

Bu soruyu kendinize sorabiliyor ve cevabını da, “Hamd olsun, öyleyim!” diye verebiliyorsanız, korkmayın ve küfür ile şirkin kol kol gezdiği ve hâkimiyet belirttikleri bu cemiyetten, bu cemiyette mukim Başput Hubel ile beraber, üç yüz altmış rakamında toplu ve dağılı bütün putların da temizleneceğini ve bunu da ancak, Kemalizm’in kendisinden ümit kestiği gerçek ve derin müminlerin gerçekleştireceğini bilin!

Peki, ya Kemalizm’e ümit bağlayanlar, ya nefs takalarına bindirdikleri Müslümanlıklarını, ancak Kemalizm ile uzlaşarak yüzdürebileceklerini zannedenler?

Bütün Peygamberlerin tarihine ve dahi, Peygamberler Peygamberi’nin (SAV), her anına vakıf olduğumuz siyerlerine uzun uzun bakın, derin derin düşünün ve bu nevi kimselere ait tek sandalye koyumluk bir şeref arsası bulabilecek misiniz, söyleyin!

Biz baktık, bakındık ve işte söylüyoruz:

Gördük! Ölümün, son bileti kestiği bu faniler dünyasında böyle şerefsizleri, üç günlük kıç selametleri için ruh donlarını, başta Başput Hubel olmak üzere, cemiyetimizde toplu ve dağılı üç yüz altmış puta da indiren kimseler olarak gördük…

Son söz sadedinde:

-Siz siz olun, bakî âlemde kuşlar gibi süzülen bir ruh da siz olmak istiyorsanız, evvela Kemalizm’in ümit kestiklerinden olun…

Sonrasına, Allah kerim… Ama evvela bu…