Bu sayfayı yazdır

Durmuş Durduyan Mı, Oğuzhan Asiltürk Mü, Rüstemhan Sefilfars Mı?

Yazan: 16 Mayıs 2020 26014

1979 İran Devrim’inden sonra Türkiye’de nice Müslüman, kolpaya geliyor ve Humeyni etrafında kümelenen ve ismine “İran İslam İnkılâbı” denilen heyulayı gerçekten İslamî zannediyor… Hatta kimileri bu zanlarını şu Hadis’in kalıbına bile giyindiriyorlar:

“Horasan tarafından çıkan siyah sancaklıları gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa onlara gidin… Çünkü onların içinde Allah’ın halifesi Mehdî vardır…”

Zaten bu çakma “İslam İnkılâbı” için de, ona yol verenler için söylüyorum, istenen bu idi…

Düşünün ki; bazı Nurcu kimseler bile, aradaki tam meşrep farklılığına rağmen Said Nursî’nin “Bizim beceremediğimizi, Doğudan çıkan birileri becerecek!” mealindeki sözünden muradını, mezkur Hadisin değişik varyantlarını da kullanarak Humeyni’ye hamlettiler ve süzme tarafından İrancı oldular…

“Muhakkak Doğudan bazı insanlar çıkar ki, Mehdi-i Ahirzaman’ın hakimiyeti için zemin hazırlarlar..” (Fetava-i Hadisiyye- İbn-i Hacer-i Heytemi)

Zira İran Devrimi devri, sahte yüzlerdeki makyajı akıtacak, fondotenleri eritecek çapta bir iletişim çağı değildir. Che Quevara gibi sureti uzaktan bütün Müslümanlara kolyelik-armalık arz edilip benimsetilen Humeyni’nin, bütün Sünnî-Şiî kardeşliği martavallarına rağmen, bir Şiî fanatik olduğu anlaşılmıyor. Aslında tabiri istemsiz yanlış kullanıyoruz, Şiilik, zahir kılınmış ya da batında saklanmış olsun, sade haliyle zaten Sünnî düşmanlığından başka bir şey değildir. Evet, Humeynî de, Kuran, müminler için “Allah, onların kötülüklerini hasenata çevirecektir!” (Furkan-70) derken, sayhalı kafasını araya sokan ve “Bu sadece, Şiîlerin günahkârları içindir!” diyen bir Şiîdir ama Türkiye’de Müslümanlar, Mustafa Kemal heykelleri altında geçirdikleri 56 yılın da hissiyatlarına derç ettiği bulantıdan olsa gerek, Humeynî’yi İslam’ın doğudan yükselen sesi sanmışlar, sandırılmak istendikleri kolpaya gelmişlerdir.

Ama diyoruz ya; bu devirde her şey flûdur ve ancak, bir ideolocya etrafında yekpareleştirilmiş fikri olanlar bu vahametten korunabiliyorlar. Mesela Büyük Doğu Mütefekkiri, Van’da radyolara konuşması düşen Humeyni’nin “Şah Pehlevî, Ömer’den de zalimdir!” sözü kendisine iletilince:

“Öyleyse, Humeynî, İslâm âlemine bin adet Şahtan daha tehlikeli bir sapıktır ve küfrün merkez noktasındadır!”

Diyor, Kemalizm’le olan boğuşmasından ötürü bağırsaklarını henüz deşmediği ve deşmek fırsatı bulamadan da dünyadan göçtüğü Humeynî’nin, uzaklardan inikas eden kağıttan bir vesikalığı üzerinden bile kıymet hükmünü konduruyor. Çünkü elinde, şaşmama, şaşırttırma ölçüsü vardır. Bu ölçüye sahip olmayıp da Humeynî’ye aldanan müminlerin çoğu, en azından Humeynî’nin değişik olaylar vesilesiyle sıvasının dökülmesinden vakî, ondan gönül düşürüyor. Mesela Said Havva da, başta Humeynîden medet umulabileceğini düşünenlerden… Baba Hafız Esed’in, Nusayrî sapıklığıyla kırk yıl önce Suriyeli müminlere ettiği zulmü Humeynî’ye şikâyet ediyor ve Humeynî ona sadece dirseğini gösteriyor. Humeyni’nin İran’ı, kırk yıl sonra, oğul Esed devrinde öldürülen yüzbinlerce mümin için bu defa sadece sessiz bile kalmıyor, bizzat sahaya iniyor ve katliamları bizzat yapıyor…

1979’dan 2020’ye… Tam 41 yılda yaşananlar, aslan payı, 2013’te başlayan ve nihayetlendiği söylenemeyecek Suriye cihadında olmak üzere, İran rejiminin makyajını ciddi miktarda akıttı ve gerçek yüzünü ortaya koydu. 1979’da İran rejimine gönül kaptıran müminlerden, handiyse bugün gönül çekmeyen kimse kalmadı. Tek tek marazî tiplerin dışında, zümre halinde İran’dan gönül düşürmeyen tek camia ise Milli Görüş oldu. Demek, 41 yıl önce herkes kolpaya gelirken, Millî Görüş oltaya gelmiştir ve bir daha çıkartılamaz kıvrım ve hendesesiyle, İran zokasını bağırsaklarına dek yutmuştur!

Buyurun, hatırlayın, Erbakan’dan sonra kendisini “Milli Görüş Lideri” diye tescil ettiren Oğuzhan Asiltürk, kırk yıl önce değil, bu vasfıyla sadece bir yıl önce (2019 Şubat) neler söylemişti:

“Peygamberimiz, Asr-ı Saadet devrinin yeniden doğacağını müjdelemiştir. İran İslam inkılâbı, tam da bu müjde bağlamında umut verici bir gelişmedir!”

Ahmaklığa bakın ki; Oğuzhan Asiltürk’ün “Asr-ı Saadet” dediği devir, merkezinde Allah Resulü olduğu halde, yüz bin küsur Sahabî’nin devridir ve aynı zat, yüz bin kusur Sahabînin birkaçını ayırıp, tamamını kâfir bilen Şii inancındaki İran rejimini, Peygamber müjdesindeki Asr-ı Saadet’in ahir zaman versiyonu olarak göstermektedir.

Maatteessüf Oğuzhan Asiltürk’ün bu kabulü, yaşlanmış bir adamın ferdî hezeyanları değil, zümre olarak yutulan zokanın tesiriyle bir zümrenin zümrevî görüşüdür. Ve hatta Saadet ve Yeniden Refah Partileri arasında kapışılmaya çalışılan “Milli Görüş”ün, artık millî görüşüdür! Bu yapılara bağlı müesseselerin tamamında Humeynî, İmam Humeynî, İran rejimi de İslam’ın yeryüzündeki tek temsil kürsüsüdür. Hani Kemalizm’den kurtulmaya çalışan Türkiye, Milli Görüş’le beraber bu temsile eklemlenecektir!

İşte buyurun, bunlar da daha dumanı üstünde olarak, Oğuzhan Asiltürk’ün yepyeni İran hezeyanları… 2020 Mayıs’ından… İzleyici sorusu, “Milli Görüş Lideri” tiltiyle müşarünileyhe iletiliyor:

“Pakistan da elinde nükleer silah olan bir İslam ülkesi… Oysa siz, sadece İran’ı öne çıkarıyor, övüyorsunuz!”

Ve Asiltürk, Fransız ordusu ile değil, İran ordusu ile gurur duyan Napolyon edasıyla cevap veriyor:

“Pakistan’da da nükleer silah var ama Keşmir’deki zulmü önleyebiliyor mu? Ama İran’a bak… Aradaki farkı herkesin anlaması lazım, İran, bir tek generalini vurdular diye, ABD’nin Irak’taki üssünü vurdu, yerle bir etti ama ABD bir şey yapamadı. ABD gibi dünyaya kabadayılık eden, her yeri kafasına göre işgal eden bir devlet, İran’a bir şey yapamadı! Bunun sebebi nedir? Bunun sebebi, İran’ın gücüdür!”

Ve “Yeni Erbakan”ın kendisi olduğu saklı mesajıyla beraber, devam ediyor:

“Erbakan’a saygılarından dolayı bana da saygı gösteriyorlar, Askeri tesislerini gezdirdiler ve ‘Şu an Avrupa’nın her yanını vuracak füzelerimiz var! Kıtalararası füzeyi henüz yapamadık ama Londra’yı şimdi istesek yerle bir ederiz!’ diyorlar. Doğru da söylüyorlar. Bu halde olduklarını gezdim gördüm! İranlılar, Rusya’nın yardımıyla başladılar nükleer tesislere… Rusya ayak sürümüş… Dediler ki ‘Biz de dünyanın bütün üniversitelerine gençlerimizi gönderdik, o bilgileri alıp geldiler ve biz Rusya’yı nükleer tesislerde geçtik!’ Yani bu kadar güçlü İranlılar!”

Mezarından kalksa, Humeynî’nin bile bu derece pofpoflayamayacağı İran rejimi için, Oğuzhan Asiltürk, aksini düşünen müminlere öfkelenerek konuşuyor:

“Beni herkes bilir, tavizsiz konuşurum; İran’da idare yüzde yüz, İslamîdir! Caferîlik, Peygamber torununun kurduğu mezheptir. Türkiye’de İslam dışı göstermeye çalışırlar. Bizim İmamımız olan İmam Azam da, onun talebesidir. Ama milletin ilimden haberi yok… Ona buna iftira atıyor…”

Ama işin en ilginç yanı, İran’daki “Asr-ı Saadeti” gösterebilmek için havaleler geçiren Oğuzhan Asiltürk’ün, Kasım Süleymanîli ve Erbakanlı bir anısında beliriyor. Meğer müşarünileyh, sayısız İran seyahatlerinden birinde Kasım Süleymanî ile de tanışmış ve Süleymanî, Erbakan’dan için kendisine şöyle demiş:

“Erbakan Hoca, İslam âlemini bir araya getirmeye çalışıyor ama Siyonizm engel oluyor…”

Ve bu iltifatına karşı müşarünileyh, Kasım Süleymanî’ye, Süleymanî’yi ağlattığını da kaydettiği bir Erbakan anısını paylaşıyor:

“D-8 sürecinde Erbakan’la İran’a gelmiştik… Gazeteciler, uçakta Erbakan’a, bu yaşlı ve hasta haliyle İran’a ne sebeple geldiğini sordular. Erbakan Hoca, onlara şöyle cevap verdi:

-Peygamberimiz, ‘Doğu’dan siyah sancaklılar çıkacak. Kar üstünde sürünerek de olsa onlara yardım edin’ demiş… Bu Hadisten hareketle ‘Kar üstünde sürünerek de olsa İran’a yardımcı olmamız lazım!”

Erbakan’ın cevabında, az evvel kaydettiğimiz ve 1979 itibariyle yanlış yorulan ve yanlış yorulduğu için birçok mümini geçici süre de olsa İrancı kılan Hadis’in olduğunu fark ettiniz sanırım. Oysa Milli Görüş ESKİ Lideri Erbakan ve Milli Görüş YENİ Lideri Oğuzhan Asiltürk, 1979 ve akabindeki yıllarda değil, Erbakan için ölene kadar, Asiltürk için de, öleceği ana kadar İran rejimini bu Hadis bağlamında tahayyül etmiş ve edecektir. İşte Erbakan’a bakın… Ölümüne yakın zamanda (2009), hem de devlet vazifesi de olmadığı halde, siyaseten konuşma yapmak mecburiyeti de belirtmeden gittiği İran’da aynen şöyle konuşmuş ve Millî Görüş’ün, ebedi İran görüşünü tahkim etmişti:

“Bir ülkenin gücü tankıyla, parasıyla da ölçülmez. Manevi değerlere sahip evlatlarıyla ölçülür. Tarih bunun ispatıdır. Rahmetullahi aleyh Humeyni Hazretleri bunun misalidir. En faydalı bir inkılâbı yapmıştır!”

İran rejimiyle, Milli Görüş’ü aynileştiren şu sözü de mottolaşmıştı:

“Milli Görüş, İran’da iktidar, Türkiye’de muhalefettir. İnşallah, Türkiye’de de iktidar olacaktır!”

Bu sözü, Tahran kıbleli Türkiye İrancılarının:

“Bir gün Rehber Hamaney, Ankara’da milyonlara hitap edecek!”

Şeklinde icra edilen eşekçe hayalleriyle birlikte mütalaa edin bakalım, ne hissedeceksiniz…

Asiltürk, zaten evlere şenlik… Tahayyülü, onun da ölümüne kadar sürecek görünüyor. Tabi ihtimali az bir ters ihtida nasibine ermezse… İhtimali az diyoruz, çünkü, Kasım Süleymanî’yi, sırf yüz binlerce Müslümanın katili diye tan ettiğimiz için bizleri tövbeye davet edeni kendisi:

“Süleymanî, Erbakan’ın bu dediğini anlatınca ağlayacak kadar imanlı bir insandı. Türkiye’deki birçok insan Siyonizm’in onun hakkında uydurduklarını tekrarladı. İnşallah tövbe ederler!”

Milli Görüşün Yeni Lideri, anlayacağınız üzere sayhalı bir İran müptelası… Hem de, 2012 yılında Ergenekon ve Balyoz operasyonlarını bile, İran düşmanlığından kaynaklı gösterecek kadar:

“Ergenekon, altını çizerek söylüyorum TSK içinde Amerikan karşıtlarının tasfiyesidir. Nokta ve bir de ünlem koyuyorum. Başka bir şey değildir. Çünkü aynı olaylar içinde şu anda silahlı kuvvetlerin içerisinde bir kısım insanlar var. Ama Amerikan karşıtlarını alıp ortadan kaldırmak isteniyor. Sebebi de Amerika'nın İran’a olası müdahalesinde, orduyu kendi istedikleri hale getirmektir. Ama şerefli Türk ordusu oyuna gelmez diye düşünüyorum!”

Ayağına dolanın ipin, ayakkabısına ait olmadığını sezen ama onu ayağından çözünce de, götürüp zekerine bağlayan bir ahmak gerzekliğiyle, müşarünileyhimiz, vaktiyle aynı gerzekliğiyle Büyük Doğu Mütefekkirinin tedip kadrajına bile çok girmiş… Mesela laiklik ile ettiği bir lafı ve Üstadımızın bu lafa verdiği bir karşılık var:

“Millî Türk Talebe Birliği’nin, yeni idarecilerini seçmek üzere büyük kongresini topladığı ve beni de kongrenin ruhunu gözetmek üzere çağırdığı bir gün, kendisine söz verilen M.S.P. İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk (Ne asaletsiz bir isim!) kürsüye çıkmış ve hiç de sırası, yeri, yurdu, lüzumu yokken demiştir ki:

-Devlet lâik olabilir; fertlerse olmayabilir. Bunlar birbirine mâni değildir!

Yani:

-Siz içinizden, isterseniz lâik olmayın! Ama devletin laik olup olmadığına aldırmayın ve onu kendi oluşu içinde tabiî görün!

Herhangi bir rejimin bâtını her neyse ,zâhirde onunla tecellisi esas olduğuna göre, ona zıt kalpleri ancak kendi hücrelerinde gizlenmeye davet eden ve rejimi kendi halinde serbest, hatta haklı gösteren böyle bir “Bizans” ruhu, açık küfrün bile tenezzül etmeyeceği bir idrak sefaleti arz eden ve balmumu adamları arasında bu çocuk sesli sapık Bakanı şiddetle suçlandırmayan, üstelik yeni Bakanlıklarla mükâfatlandıran lider de, aynı ruhu paylaşmış, hatta önceden adamına telkin etmiş sayılabilir.

Mesele lâisizmanın kıymet hükmüne değil, Müslümanlık taslayanların anlayış ve samimilik derecesini gösterme ölçüsüne bağlıdır. Bu tarzda bir laiklik savunması, Müslüman şöyle dursun, bizzat laikler ve Allah inkârcıları tarafından bile kabul edilmez…”

Üstadımızın, ta o günlerde, yani İran Devrimi’nden bir iki ay sonra (1979 Haziran) yazdığı             “Şiilik ve MSP” yazsında, Milli Görüş için İran devriminin bir kolpaya gelme değil, bir oltaya gelme ve zokayı yutma durumu belirttiğini ihtar ediyor:

“Milli Selamet Partisi, yeni ve vicdan kusturucu bir taktik peşindedir. Şiiliği tutma ve göklere çıkarma taktiği... Aralarında ve basın organlarında Şiiliği İslâm’ın en saf ve en emin mezhebi görmeye kadar gidenler vardır. Talimat, herhalde Hoca’dan!”

Bu talimat, 1979’dan 2009’a, yani Erbakan ölene kadar canlılığını sürdürdü. Şimdi de, “Milli Görüşün Yeni Lideri” vasfıyla Oğuzhan Asiltürk, bu goygoyculuğa tam gaz devam etmekte…

Hep beraber partizanlık ederek ve fikirden nasip belirtmeyerek, on yıllardır Anadolu insanının bir kısmını elzem ediyorlar ve İran lehine zehirliyorlar.

Şimdiler de, Milli Görüş’ün, iki partisi var. Yani kendilerini Milli Görüş’ü temsil ediyor olarak gösteren iki parti… Merkezde Saadet Partisi ve Saadet Partisi’nden ayrılanların kurduğu Yeniden Refah Partisi… Oğuzhan Asiltürk’ü, Milli Görüş Lideri görenler, Saadetçiler… Yeniden Refahçılar için Milli Görüş Lideri, Erbakan oğlu Fatih Erbakan…

Fakat İran mevzuunda, baş goygoyculuk Oğuzhan Asiltürk cenahında olmak üzere, diğer cenah için de durum farksız… Fatih Erbakan’ın, hem de Suriye’de İran katliamları devam ederken, İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ı Türkiye’ye davet etmesi, yüzüne baka baka yarım saat boyunca Humeyni ve İran rejimini övmesi, unuttuğumuz bir şey değil… O gün, Ahmedinacad’ı protesto eden üç hamiyetli genci, “çok Milli Görüşçü” güruhun lince yeltenmesi de… Ne ise ne, “Milli Görüş biziz!” diyen ayrılan ve hasım olan iki taraf da, İran konusunda aynı tarafta… Zira İrancılıklarında ortaklıkları, ebedî liderleri Erbakan’dan gelmekte… Yeniden Refahçılar, Oğuzhan Asiltürk’ü, hain görmekte ve hatta eski isminin “Durmuş Durduyan” olduğunu, yani onun ismini değiştirip Oğuzhan Asiltürk ismini alan bir Ermeni olmasını ön plâna çıkarıyorlar. Zaten 2007’de bir Ermeni yazar, Hrant Dink’in ölümü vesilesiyle bir yazı kaleme almış ve o yazı içinde Hrant Dink ile hemşeri olan Oğuzhan Asiltürk’ü de, sitem dolu sözlerle anmış, Ermeni olmasına rağmen, bir Ermeninin ölümünden ötürü kendisine başsağlığı dilemeyeceğini şöyle ifade etmişti:

“Ey Durmuş Durduyan’ı Oğuzhan Asiltürk’e çeviren! Ey Oğuzhan Asiltürk namıyla bir adamı Erbakan’ın emrinde halkların, gençlerin üstüne süren kahpe devran! Sana başın sağ olsun diyemem!”

Hoş, Üstadımız da, cetvelle çizilen sınırlar gibi bir sunilik belirten “Oğuzhan Asiltürk” isminden şüphe etmemiş değil… Şöyle bir tabiri var:

“Bir insan hem Oğuz, hem Han, hem Asil, hem de Türk olamaz!

Eğer, Oğuz Han’ın bizzat kendisi değilse!

Bizler, Türk olmadan, tüm ırklara düşman Türkçülere aşinayız… Şimdi de, Milli Görüşün yeni lideri şahsında, en üst sıklette Fars olmadan Farsçılık, Şii olmadan İrancılık yapılmasına, şahidiz… Bu bağlamda, salt Ermeniliğini tahkire de fikir hasretmeden, müşarünileyhimiz için şöyle mi demeliyiz:

“Nesin sen kuzum, Durmuş Durduyan mı, Oğuzhan Asiltürk mü, Rüstemhan Sefilfars mı?”

Derinlerden bir hakikat sesi bize şöyle fısıldıyor:

-Ortada kuyu var, yandan geç… Hangi yanda durmak istersen de, orada dur!”