Bu sayfayı yazdır

İstanbul Sözleşmesi Kimin Başını Yiyecek?

Yazan: 02 Aralık 2019 2056

Bir tıp aforizmasıdır:

-Erken teşhis, hayat kurtarır!

Fakat bu kıymet hükmünü, maddî hastalıklardan, manevi hastalıklara kadar teşmil etmek de mümkündür. Yani mana akordunuzu bozacak yabancı bir kültür öğesini eğer erkenden fark etmezseniz, siz mana türkünüzü yaktığınızı zannedersiniz ama gerçekte hariçten eller, Türk’ün manasını yakmaya başlamışlardır!

Batı’nın böyle bir mana yakışına girişişi, İstanbul Sözleşmesi’yle oldu. Bu sözleşme, kadını korumaya almak ambalajında cinsleri ve cinslerden müteşekkil aile kavramını öyle bir sinsice yıkıma tabi tutmaktaydı ki; muharref de olsa Hristiyanlık hassasıyla bazı ülkeler daha başın başında ona çekince koydular. Türkiye’yse, asırlık fikirsizliğinin bir neticesi olarak, bu sözleşmeyi şen şakrak imzalayan ilk ülke oldu.

Fakat İstanbul Sözleşmesi, Adalet ve Aile Bakanlıkları üzerinden bütün icra faaliyetlerinin hamuruna karışınca, toplumda zehirlenmeler olduğu da görülmeye başladı. İtirazlar yükseldi. Öyle ki; geçtiğimiz Ramazan ayının son gününde, STK temsilcilerinden müteşekkil yaklaşık 500 kişi, Recep Tayyip Erdoğan’ın önünde KADEM temsilcisi bir kadını, İstanbul Sözleşmesi’ni savunduğu için yuhaladı. Yuhalayanları, Recep Tayyip Erdoğan susturdu ve ekledi:

“İstanbul Sözleşmesi nas değil, değişebilir!”

Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, o günden beri de hep sustu. Hatta o sustukça, Ak Parti içinden feminal refleksleri güçlü kadınlar, KADEM öncülüğünde İstanbul Sözleşmesi’ni Çanakkale ruhuyla savunmaya başladılar. Böylece İstanbul Sözleşmesi’nin, bir gafletle imzalanmış olsa da, başın başında sessiz sedasız terk edilmesi imkânı da tükenmeye başladı.

Recep Tayyip Erdoğan anlaşılan odur ki; İstanbul Sözleşmesi’nden dönmeyecek… Bu dediğimizi, KADEM’le görüştükten sonra İstanbul Sözleşmesi’nden yana şaftı kayan ve evvela bu anlaşmaya karşı iken “amalı” parantezlerle çark eden basın tiplemelerinden de anlamak mümkün…

Düşünün ki; yıllar evvel Recep Tayyip Erdoğan’ı, çocuklarını ud ve keman kursuna gönderdiğini açıkladı diye eleştiren, telli çalgıların haram olmasından mülhem, Recep Tayyip Erdoğan’ı bir haramı tecviz etmekle tercim eden bir kadın yazar, KADEM’e haksızlık yapıldığına dair cümleyle girdiği mevzudan bir İstanbul Sözleşmesi müdafii olarak çıktı. Kuran ayetlerine apaçık düşman ve çelişik taraflarıyla İstanbul Sözleşmesi, 28 Şubat’ta başörtüsü yüzünden mağdur oldukları edebiyatını, şahısları namına bir Donkişot efsanesine döndüren başörtülü kimi kadın tarafından “İyi tarafları da var!” yollu bir savunma hattına dönüştürüldü.

Şimdilerde; mürekkebini fikir haysiyetinden değil, midesindeki öz suyundan alan böylesi birçok tip, şahsiyetlerine KADEM kahvaltılarında bandrol vurulduktan sonra, “amalı” peşrevlerle KADEM ve İstanbul Sözleşmesi savunusuna giriyorlar ve bir sonraki aşamada fanatik KADEM ve İstanbul Sözleşmesi müdafi olup çıkıyorlar.

Heyhat!

28 Şubat sürecinde basına cuntacı askerler brifing verirdi, şimdilerde KADEM vermeye başlamıştır!

Kesin bir surette görmekteyiz ki; İstanbul Sözleşmesi’ni hafife alanı Anadolu’nun Müslüman halkı hafife alacaktır!

Peki, Müslüman Anadolu halkının, bu sözleşmeye nefretini, Recep Tayyip Erdoğan’a nefreti için bahane edenler yok mu? Var… Ama Müslüman Anadolu halkı, kalemine mürekkebini fikir haysiyetinden değil, mide suyundan çeken tipler gibi bu bahanenin arkasına da saklanmayacak… İstanbul Sözleşmesi ile Platon’un 2500 yıllık “eşcinselleştirme projesine” cevaz veren ve bu cevazı Anadolu’da da türlü kanunlarla hayata geçirmeye ruhsat verenler kimler ise, bu sorun onların sorunudur. Anadolu, sakarlıkla gözünü çıkarmaya kalkanları, hem de onları başı gözü üstüne koymuşken uyarıyor ve eğer uyardıkları onu tınmıyorsa, ortaya çıkacak neticeden uyaran Anadolu değil, tınmayan hükümet sorumlu olacak, bu da kesin…

Hayata midesinden bağlı yazar-çizer taifesi, İstanbul Sözleşmesi’ne itiraz eden herkesi “Fetöcü” ya da “Kronik Erdoğan düşmanı” olmakla suçlarken, aslında Erdoğan’ı İstanbul Sözleşmesi sahasında peyda olacak çığa karşı da savunmasız bırakıyor. Erdoğan, kat kat kar kaplı bir dağın eteğindeyken, tenekeler çalmak marifetiyle çığ tahrikinde bulunanlar, aynı zamanda Erdoğan’ın eteklerine tutunarak şahsiyet bulmak isteyen tiplerden başkaları değil… Oysa biz, gürültü çıkmasın diye kendi kanımızı akıtıyor ve görsün diye beyaz kara kıpkızıl harflerle “Tehlike büyük!” diye yazıyoruz!

 Yani mürekkeple beraber menfaat krakeri yalayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gölgesinden bize doğru nanik yapanlar, Erdoğan’ın gerçek dostu pozunda gerçek düşmanlığını ededursunlar, aynı zamanda Erdoğan’ın gerçek dostu vasfımızla bizi, yani Müslüman Anadolu halkını, Erdoğan’ın gerçek düşmanıymış gibi takdim etmekteler… Böyle de olsa, Erdoğan’ın gerçek dostu gene de biziz, zira zararımıza da olsa gerçek dostların yaptığı gibi acıyı söylüyoruz, tenekeci menfaatperestlerin yaptığı gibi yapmıyor, menfaat borsamız dönsün diye “Amann! Kim kime korsa!” demiyoruz!

Son söz sadedinde:

İstanbul Sözleşmesi’nin, masum bir kâğıda mürekkep tablosu olmadığını anlamak, çok zor değil… Bu vasfıyla İstanbul Sözleşmesi, Anadolu’da baş yemeden durmayacak… Ve bu baş, bütün bakiyesiyle beraber ya Müslüman Anadolu halkının başı olacak, ya da onlara layıkıyla baş olamayanların…

Ahh, başımızdakiyle beraber İstanbul Sözleşmesi’nin başını alabilmek ihtimali… O ihtimali taşıyan tren, uzun vakit beklediği perondan galiba acı düdükler öttüre öttüre uzaklaşmaktadır…