Durmak Ya Da Yürümek

Yazan: 10 Kasım 2019 2636

Ruh adaleleri şiş şiş çoğu genci dergâhtan kaçıran şey çoğu zaman, fikirsiz ve bağnaz sahte sofi tiplemesidir. Böyle böyle sofradan safraya doğru itilenlerimiz az değildir bizim…

Fikirsiz ve bağnaz sofi tiplemesi, Avustralya kıtasının, daldan dala geçişi bazen bir hafta sürecek kadar ağır olan koalası gibi, ömrünü hikmet plânında birkaç menkıbe ile geçirici fikrî bir pelteleşmenin dalındadır ve ister ki; herkes de kendisi gibi fikir koalalığı etsin ve sofiliğini, menkıbeden menkıbeye geçmek ve sonra bir daha aynı menkıbeye dönmek şeklinde bir kısır döngüyle icra eylesin…

Davanın, derinliğine ve genişliğine doğru iki buud belirttiğinden, derinliğe doğru insan nefsini terbiyeye, genişliğine doğru da cemiyeti terbiye ve zapta yöneldiğinden gafil bu sahte ve bağnaz sofi tiplemesi, her ne zaman ağzınızı bir hikmete dair açsanız, olanca hızıyla koşar, elinizi ağzınıza kapatır ve sanki de siz, konuşacak olsanız dinin kışrı çökecekmiş gibi bir sansüre başvurur:

“Büyüklerin işine karışmayın!”

Oysa büyükler aynı tipin, cebindedir, ağzındadır, çantasındadır, posterindedir, şarkısındadır, laklağındadır ama gönlünde, fikrinde, kavgasında, ruhunda, lojiğinde değildir!

Bu sebeple bu tipleme, fıkhın “Su gelince teyemmüm bozulur!” kaidesinden mülhem, etrafında, davayı derinliğinden başka, genişliğine doğru da temsil potansiyeli belirten su membası insan tipi görmek istemez, Cumhuriyet ile kitlesel idrak iğdişleri yaşanmış devresiyle beraber kitleselleşen kalabalığını, dergâh muhitinde baba horoz cakasıyla temsile koyulur ve mesela söze “Amerika…” diye başlayana, daha “Şeytandır!” demeden “Sana ne lazımdır!” şeklinde sözlü bir tokat yapıştırır, söze “Felsefe…” diye başlayana, daha “Zehirler!” demeden “Bizi mi zehirleyecen!” şeklinde felsefî (!) bir dirsek yerleştirir, ya da söze “Siyaset…” diye başlayana, daha “İslam’da da vardır!” demeden “Politika, şeytanlıktır!” şeklinde havasî bir tekme kondurur, velhasıl, etrafı dikenli teller ve kazıklı çitlerle çevrili sahte ve bağnaz sofi tipi, etrafında küçük bir hikmet makisinin bile yetişmesine asla müsaade etmez…

Halimiz, hallerine derin süsü veren bu sığlara kalsaydı, nice meselede derinleşme temayülü gösteremediğimiz gibi, bir de küfür, karşımızda günden güne sıklaşırken biz, sığlaştıkça sığlaşırdık…

Düşünün ki; İmam-ı Gazalî Hazretleri devrinden bu yana, Batı felsefesine karşı topyekûn bir saldırı mahiyetinde ortaya tek bir telif eser konmamışken, Batı dünyasının, zehirlenmiş ve zehirlenmeye odaklanmış kafası içindekileri, içlerindeki pisliklerle beraber göstermeye, bunu yaparken de tastamam İslam şeriatına bağlı kalmaya odaklanmış gayemiz emeline ermez, bin yıllık iş kabilinden ortaya çil çil telif eser koyamazdık… Zira önümüzde gene, sahte ve bağnaz sofi tiplemesinin:

“Büyüklerin girmediği işlere girmeyin!”

Şeklinde çatılan ve sözlerden mürekkep olan kaş çatıklığı vardı, ya çatılan bu kaşlara baş eğip yoldan dönecektik, ya da boş verip yola devam edecektik… Biz boş verdik ve büyükleri, sahte ve bağnaz sofinin “Durr!” diye seslenen bönlüğünde değil, fikrimizin “Yürü!” diye seslenen gönlünde bulduk, büyüklerden himmet dilendik ve yürüdük…

Biz biliyorduk ki; devrinde Hocası İmam Azam Ebu Hanife Hazretlerine gelen Ebu Mukatil, kendisine çıkarılan müşkülü O’na:

“Efendim! Kelâm meselelerine asla girme diyorlar… Zira Sahabînin, bu meselelerden herhangi birisine dalmadığını, onlar için yeterli olanın, bizim için de yeterli olacağını söyleyip duruyorlar… Bunlara karşı ne söyleyebilirim…”

Diye ifade ettiğinde, büyük irfan, iman ve içtihat kartalı Ebu Hanife Hazretleri ona şöyle cevap vermişti:

“Onlar sana ‘Sahabî’ye yeten sana yetmiyor mu?’ dediklerinde onlara de ki: Evet, benim durumum onların durumu gibi olsaydı, onlara yeten şey bana da yeterdi… Ancak benim karşılaştığım olaylar, onların karşılaştığı olaylar gibi mi? Bizler, bizi kötüleyen ve kanımızı dökmeyi helâl sayan kimselerle muhatabız… Haliyle hangimizin hatalı, hangimizin isabetli olduğunu bilmemek ve canımızı, ırzımızı müdafaa etmemek bizim için caiz değildir. Sahabînin durumu, kendileri ile savaşan kimseler bulunmadığı için silah taşımak zorunda kalmayan bir topluluğa benzer… Biz ise, bize ta’n eden ve kanımızı helâl gören kimselerle karşı karşıyayız…”

Selef âlimleri nefslerine inhisar ettirip onları adeta “Selefeddin Efendi” gibi nefsleri lehine konuşturan “Vahhabî” kafalı nasipsizler ile her devre yayılı Tasavvuf büyüklerini nefslerine inhisar ettirip onlar namına nefslerine adeta “Büyükler şöyle buyuruyor!” avazlı bir hitap kürsüsü kuran sahte ve bağnaz sofi edalı nasipsizler arasında kalmak gibi bir nasipsizlikten başka, bizler, bir de bu devrin, maddî kanımızı dökmekten alâ,  her saha ve şubede ortalığı mana kanımızla bulamak isteyenlere muhatabız ve Allah’tan, bu muhataplıkta bizi durmaya değil, yürümeye odaklamasını niyaz ediyoruz…

Büyüklerin Allah’a, Allah’ın da büyüklere duyduğu sevginin hürmetine, Allah’tan, kalbimizi İslam’da sabit kılmasını ve aklımızı kanatlandıra kanatlandıra, kollarımızı kıvılcımlandıra kıvılcımlandıra bizi, fikirde ve fiilde ön saflara sürmesini istiyoruz…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi