Bu sayfayı yazdır

Ensarlık Nasibi ve Suriyeliler

Yazan: 02 Ağustos 2019 2567

Sadece bazı kavşaklarda, üstelik çoğunluğu kendilerine Suriyeli süsü vermiş birkaç dilenciyle karşılaşır ve:

“Şu Suriyeliler de doldu memlekete!”

Diye mızmızlık yeller. Ne tek kuruş para yardımı yapmıştır şimdiye dek, ne de sofrasına tek bir Suriyeli oturtmuştur. Hatta muhitinde Suriyeli de yoktur. Ama kafası üzerine Suriyelilerce basılmış gibi daima vaveylalar koparır, sürekli köpük sızdıran öfkeli ağzına Suriyelileri dolar, nefsanî bütün emellerinin önüne sanal Suriyeli setleri koyar ve sık sık:

“Şu Suriyelilerden çektiğimiz nedir!”

Diye höykürür. Müminlikle olan mesafesi, açılalı zaten çok olmuştur. Suriyeli nefretinin de aslında bunun bir alamet-i farikası olduğunu sezmez. Ona:

“Evlerine ve mallarına el konulan Muhacirleri, Medine’de karşılayan Ensar gibi olmak lazım!”

Deseniz, bu tipin dindar modeli nefsine bahane arar ve misilsiz bir ahmaklıkla:

“Ne alaka… Onlar Peygamber ve yakınları idi!”

Der, böylece asla Peygamber ve yakınlarına, yakın olamayacağını kendi ağzıyla itiraf eder. Bu tipin dindar olmayan ve hatta laik marka versiyonuna da zaten, İslamî ve imanî bir gerekçeyle yanaşmak mümkün değildir. Salyalı ağızları daima, tam 5 milyon adedi Türkiye’ye, o da mecburî bir vasıtayla gelmiş Suriyeliler etrafında teşekküle gelmiş hadiselere, iktisadî istatistiklere mıhlıdır. Yurdundan edilmiş gariplerin makarana paketleri üzerinde bile kendine ait hisseyi arar ve bunun tantanasını yapar. Filan Suriyeli filan yerde hırsızlık yapmışmış da, filan Suriyelilere şu kadar yardım edilmişmiş de, falan da filan… Bu yolla hem tam imansız, hem de tam geri zekâlı olduklarını ele verir.

Sağlı-sollu, dindar-laik modelleriyle bu tipler, aleni ve gizli serdedilen ırkçılıklarıyla, dışımızdaki dünyanın bizi daha iyi köpürtmek ve huzurumuzu bu yolla daha fazla bozmak emelinin tabii işbirlikçileridir. Dışımızdaki dünya, elbette bizi köpürtmek üzere istihbarî operasyonlar çeker ve onlara hem bu operasyonları çekme fikrini, hem de bu operasyonlarda başarılı olmak imkânını ruh hastası nu dindar ve laik modelli ırkçılar verir.

Söyleyin Allah aşkına, güney sahillerimizde denize giren, denize girdikten sonra da kıyı kenarındaki duş başlığı altına mayosunu çıkararak sokulan bir Suriyeli, bir El-Muhaberat ajanı değil de nedir? Ya da bu kimsenin yaptığı işi bütün Suriyelilere mal edenler, El-Muhaberat zokasını yutan ırkçı sazanlar değil de nedirler? Üstelik bu hadisenin bir de, kameraya alınıp, internet üzerinden yayıldığı ortadayken? Sahilde anadan üryan ve herkes içinde duş alacak bir kimse, dayak yiyeceği belliyken bunu ne diye yapsın, yaptıysa kendini ne diye kameraya çektirsin ya da “Az sonra biri kilotunu çıkarıp duş yapabilir!” gibi kehanetsel bir tecessüsle olay yerinin hemen yanı başında bir başkası kamerasıyla ne diye beklesin? İmanı olmayandan zekâ, zekâsı olmayandan iman tavrı beklemek, çok şey beklemek demek midir?

Büyük bir imtihanla burun burunayız. Ve bu imtihanda yalnızca sabrımız değil, imanımız sınanmaktadır. Suriye Savaşı’nın ve haliyle Türkiye’de Suriyeli iskânı ile ilgili mevzunun 8. yılındayız. Elbette devletin, Suriyeli politikasıyla ilgili yapmayı ihmal ettiği şeyler ve bu şeyler yüzünden çıkan hakiki problemler de var. Misal plâstik ve çipli bir kimlik kartı düzenlemesine çoktan geçilebilir, böylelikle Suriyelilerin Türkiye’nin hangi bölgesinde konuşlanacakları ile ilgili tanzimat daha kolay zapt altına alınabilirdi. Ama yapılmadı… Şimdilerde iyice köpürtülen bu hadisenin İstanbul ayağında da, ciddi bir problem var. 8 sene boyunca, muhalefetin bütün istismarına rağmen tam bir Ensar ruhuyla Suriyelilere sahip çıkan hükümet, belediye seçimlerinde başarısızlığa uğrayınca, 8 yıllık Ensarlığının zedelenmesini ve yok sayılmasını da sağlayacak yanlış söylemlerde bulundu. CHP ve Ekrem İmamoğlu, “İstanbul’dan Suriyelileri göndereceğiz!” diye propaganda yaparken, Suriyelilerin kardeşimiz olduğunu söyleyerek ona cevap veren iktidar mümessilleri, kaybettikleri seçimin hemen ardından “İstanbul’a kayıtlı olmayan Suriyelilere Ağustos’a kadar süre!” gibi itinasız açıklamalar yaparak biri vicdanî, biri siyasî olmak üzere iki sakarlık ettiler. İlki; 8 yıllık tam sabır ve hürmetle gösterilen Ensar tavrını zedelediler ya da zedelemek isteyenlere fırsat verdiler… İkincisiyse; Suriyelileri hükümet marifet ve cebri ile İstanbul’dan boşalttıktan sonra İstanbul halkına “Ekrem İmamoğlu geldi de bak, İstanbul rahatladı!” diye sanal bir başarı beratı verme ihtimali doğurdular. İktidar, sekiz sene boyunca omzunda fedakârca taşıdığı yükü, sekiz yıl boyunca bu yük omzundayken kendisini tekmeleyen muhalefete sanki de kıyak yapar gibi indirmek ve bu yolla meydana gelecek tabiî rahatlık vaziyetinin hasılatını da gene muhalefete yazdırmak yoluna girmişse, burada vicdanî ve siyasî diğergâmlık değil de, safdillik aranmaz mı, siz söyleyin.

Her şeyi bir yana bırakalım ve Allah’tan, 8 yıl değil, 80 yıl geçse de, gönül bünyesine giyindirdiği Ensar gömleğini asla çıkarmayacak Anadolu halkını korumasını ve hacmine bereket vermesini dileyelim… Dindar ve laik ırkçılar, Suriyeli garibin ısırdığı simitte bile gayri safi milli hasıla hesaplamaları yapadursunlar; biz, sistemini kurması dahilinde devletin, maaşlarımızdan bile düzenli kesintiler yapabileceğini ve bu kesintilerle Suriyeli Muhacir kardeşlerimizin sıkıntılarını giderebileceğini arz ediyoruz. Yeter ki; iç urlu ve meşaleli modelleriyle bütün ırkçılar tatavayı bıraksınlar ve Allah’ın, 14 asır sonra kapımıza getirdiği Ensarlık nasibine gaseyan etmekten vazgeçsinler…S1