Bu sayfayı yazdır

İstanbul Müftülüğü, Yeni Bir İşgal Üssü mü?

Yazan: 02 Ağustos 2019 3541

Bir adam düşünün… 1943’te Mısır’da doğmuş olsun… Uzak değil, kimilerinizin baba, kimilerinizin de dede neslinden birisi… Madde hudutlarını kısaca bu şekilde özleştirdiğiniz bu adamı, mana ve fikir müntehasında da tersim etmeye çalışın:

Mesela bu adam, “Nakdü’l-Hıṭâbi’d-Dinî” isimli eseri yüzünden Mısır’da mürted, yani İslam’dan dönmüş ilan edilsin. Hatta Şeriat hukukunun verdiği halkla nikâhı da fesh edilmiş olsun, yetmesin, Mısır’dan İspanya’ya kaçmak, sonra da akademik hayatını Hollanda’da, yani İslam’a müsteşrik (oryantalist) saldırıların üs merkezinde sürdürmek zorunda kalsın... İlk etapta, Mısır ulemasını ve Mısırlı’yı ne yapmış da bu denli kızdırmış olacağı hususunda hayret celp eden bu adama karşı kaba merakta kalmayın ve ona daha yakından bakın…

İsmi ve zahirî ambalajıyla Müslümanlık hudutları içerisinde duran bu adam mesela, bir mümini dakkasında bu hududun dışına atacak birtakım sapkın görüşlere sahip olsun. Ne olsun bunlar?

Mesela bu adam, Kuran’ı güya geleneksel tefsir yolları dışında anlayacağım derken, Allah kelâmı bu ilahî metin mecmuunu, döneminin ruh ve kültürünü yansıtan bir edebî ve kültürel metin olarak algılasın ve öylece takdim etsin. Bu yönüyle İslam düşmanı müsteşriklerin, İslamî ilimler testisine, sırf bir yandan içindeki hakikatini vakumlamak, bir yandan da içine zehirli bilgi iksirleri katmak maksadıyla sarkıttıkları bir pipet pozisyonuna düşsün! Hatta bununla da kalmasın, İslam’a modernist yaklaşabilmek için müsteşrikler tarafından döşenmeye çalışılan şeytanîbilize yolun işçilerinden biri olsun. Ve dahi, sapıklığındaki cüreti öyle büyütsün ki; Kuran’ın ancak, dinî bir bakış açısıyla değil de, edebî ve tamamen bilimsel bir bakış açısıyla anlaşılabileceğini iddia etsin. Nasların ana kaynağı mesabesindeki Kuran’ı, nas olgusundan bağımsız incelemek gibi tamamen eşekçe bir müddeilik belirtsin, bu yolla, bıyık altından aslında Kuran’ın gerçekte sadece bir edebî ve beşerî metin olduğunu takdim etmeye çalışsın. Bunun için düşünsel ishal hali belirten bir tarzda da fışkırmalar yaşasın. Mesela vahyin yukarıdan aşağıya değil de, aşağıdan yukarıya doğru geliştiğini, teşekküle geldiği toplumun kültürü karşısında edilgen olduğunu söylesin. Bu yönüyle çarpılsın ve bizzat Kuran:

“O (Kuran), levh-i mahfuzdadır…” (Buruc-22)

Derken, Kuran’la alenen ters düşsün. Bu sebeple de aynı adama, halâ Müslüman etiketi taşıyan hamakatı ve küfrüyle, nüzulü esnasında Kuran’a “O öncekilerin efsaneleridir!” diyerek hakaret eden İslam düşmanı müşriklerle, Kuran’a modern zamanlarda “M….d’in el yazmasıdır!” diyen müsteşrikler arasında ara bir küfür maymunluğu neslinden olmak payesi verilsin.

Sapıklıkta öyle azıtsın ki; Kuran ve Sünnet’in çağa hâkim kılınması fikrinden tüyleri dikenleşsin, hatta bu nuranî emeli reddeden ve bu nuranî emeli, onun sapıkça zıddı olan “Çağ, Kuran’a ve Sünnete hâkim olmalıdır!” şekliyle kabul eden modernist Cemalettin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza teslisine bile çatsın, onları, yetmişlik toplarıyla gelenek surlarını yıkmaya çalışırken bile geleneğe hizmet etmekle suçlasın, bu kokuşmuş zihniyle tarihselciliği kutsasın ve Kuran’ı kendi devrine hapsetmek istesin…

Durmasın, sefih aklı putlaştırmak gayretli Mutezilî akımını tebcil ve takdis etsin ama onları da işlerini yarım bırakmış göstersin, tersinden mesela Ehl-i Sünnet’in biri amelde, diğeri itikattaki muteber birer âlimi olan İmam Şafiî ve İmam Eşarî Hazretlerine hücum etsin, Selçuklu ve Osmanlı’yı, onlar etrafında teşekküle gelen Ehl-i Sünnet’e büründükleri için dirseklesin, geri kalmışlığı bir tercim yaftası olarak boyunlarına assın, onlara insan etkinliğini ortadan kaldırmak ve aklı öldürmek gibi ithamlarda bulunsun, yetmedi büyük bir arsızlıkla, Kuran’ı Batı’ya karşı canlarıyla ve asırlarca müdafaa eden bu devletleri Kuran’ı fonksiyonel sapmalara uğratan itikat bataklıkları olarak göstersin!

Devam etsin, Asr-ı Saadet’i özleyen mümin gönlünü kınasın, şerî hükümleri sadece o devrin gelip geçmiş ve tatbikatı bir daha mümkün olmayacak kültür uygulaması olarak göstersin, İslamî metinlerin referans alınmasını, toplum birliğini sarsıyor gerekçesiyle tekmelesin, kanun yapma durumunda İslamî metinlere –Kuran’a ve Sünnet’e- değil, demokratik ve laik kaidelere dayanılması gerektiğini savunsun…

Azıttıkça azıtsın, Kuran’a edebî ve beşerî bir metin gibi yaklaşmayı önersin ama sırf ağzıyla “Kuran, beşerî bir metindir!” demediği için iman hipermetropu tiplerce Müslümanlık halkasından sayılsın, şöyle olsun, böyle olsun…

Gerçek imanî nazarla bakıldığında, bağırsaklarına kadar içi küfürle dolu olduğu görülecek ve bu sebeple sırf dili altındaki küfür baklasını çıkarmıyor diye küfrüne kör kalınmayacak bu adam, hayalî bir küfür kabartması değil, gerçek bir küfür heykeli halinde Nasr Hamid Ebu Zeyd isimli bir sapıktır!

Bakın, bu sapık, 2000 yılında düzenlenen “Uluslar arası Avrupa Birliği Şurası”nda sunduğu tebliğde neler neler söylemiş:

“İlahiyat ve felsefeye başvurarak KURAN’A, SÜNNETE ve İslami düşünceye eleştirel yaklaşmayı düşünmemiz gerek…”

Kuran’a eleştirel yaklaşmanın, onu baştan hatalı kabul etmekle aynı şey olduğunu söylemek icap eder mi? Ebu Zeyd, devam etsin:

“Bence sahip olduğumuz Kuran düşüncesi, Kuran’ın Allah’ın sözleri olduğudur. Ancak yeniden mercek altına alınmalıdır. Halifeden biliyoruz ki, bu okunabilir bir metindir. Geometrik işaretler, bilmediğimiz işaretler barındırmaz. Yani yeniden gözden geçirilebilecek bir metindir. Kuran bir sözlü iletim döneminden geçti, tarih boyunca şimdi okuduğumuz Kuran gelişti. Hicret’e kadar Kuran’ın yazılı ve sözlü halini kısıtlamaya çalıştılar, okuduklarımızın Kuran geleneğine dayandığını söylediler. Yine de okunmasına izin verildi. Daha sonra savunmasını yaparken ‘sonsuz Kuran’ denen kavramı buldular. Bunlara artık bir son verilmeli! Peygamberin kim olduğu, sadece Kuran’ı alan ve ifşa eden bir amil mi olduğu sorusu… Ya Peygamber değildiyse? Gerçekten burada yazan Allah’ın sözleri, tarihi anlatan sözleri mi sorusu… Arapça ve Arap kültürüne hitaben… Farz edin ki Peygamber Hintliydi, o zaman Hindistan kültürünün yansımalarını beklerdik… Çünkü Allah insanla kültürü yoluyla iletişim kurar… Bu sorular derin değil, tam aksine basit sorulardır…”

İlahiyatçılar huzurunda yapılan ve muhataplarına kesik ve bir sonraki adımı atmaktan hem çekinici, hem de tenezzül etmeyici bir lisanla konuşan bu sapık, sözünün bir yerinde de kadın bahsi vesilesiyle Kuran’ı ve Allah’ı suçlandırıcı bir lakırtı eder:

“Lütfen bize tefsirî bir muhakemeyle yeniden araştırma yapma ve Kuran üzerinde tarihini inceleme yoluyla çalışma yapma şansı verin. Böylece Kuran’a eklenen yenilikleri ve düşünülenleri bulabiliriz. Kuran’a dahil edilen tarih, İslam öncesi değerler nelerdi? Sadece İslamî düşüncelerle hareket etmemeliyiz. Kadın sorununa gelince, bu konuda herkes konuştu ama kadınların da insan olduğunu ve bu konuda Kuran’da yazanları unutmamalıyız. Kadınları dövmekle ilgili ayete gelince, bunu kimin yorumladığını bilmiyoruz. Bu konuda Kuran hakkında bir polemiğe girmek istemiyorum…”

Kuran’a, çatallı dil ve pullu deri vasfıyla dolanan yılan, vaziyeti ve ömrünün hülasası tam da böyle bir manzara tenazur ettirirken, Kuran hakkında güya polemiğe girmek istemeyen sinsi cürmüyle 2010 tarihinde nalları dikti… Onu tam 9 yıl sonra söze getirme sebebimizse, bu sapığa Türkiye’de söz olan, Mısır’dan kaçmasına sebep olan fikirlerine havî “Mefhûmü’n-naṣ: Dirâse fî Ulûmi’l-Ḳurân”  isimli eserini “İlahî Hitabın Tabiatı” ismiyle tercüme edilmeye ve okunmaya değer gören Mehmet Emin Maşalı’nın, 15 Temmuz 2019 tarihinde İstanbul Müftüsü olarak atanması… Evet; Ebu Zeyd’in, Müslüman görünümlü müsteşrik vasfıyla serdettiği zehirli ve tam saçma düşüncelerini, “Bakın işte ne sapıklar var!” gibi bir niyetle de değil, okunmaya ve üzerinde durulmaya değer bir tercüme gayretiyle çeviren ve Türkiye’de yayan Mehmet Emin Maşalı, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile İstanbul’a müftü atandı.kuramer

Mehmet Emin Maşalı, KURA-MER üyesi… Kura-mer, 2012 yılında Diyanet İşleri’ne bağlı 29 Mayıs Üniversitesi’nin bir kuruluşu olarak, tarihselcilerin merkezî üslerinden biri olarak kuruldu… Ebu Zeyd’lerin, fikirleriyle yaşatıldığı bir merkez… Kuran’ı, teoride bırakıp, pratikte hayatın ve imanın dışına atmak şeklinde özleştireceğimiz tarihselcilik, dıştan Batılı müsteşrikler vesilesiyle Kuran’ı bir kurt gibi koklamış, bir sonraki adımda içeriye sızmış ve Hint kıtasından itibaren Fazlurrahman kurtcuğuyla bünyeye dadanmış ama oradan İslamî DDT marifetiyle kovulmuş ve işte en büyük kafalarından biri olarak Nasr Hamid Ebu Zeyd’e Mısır’da baş doğrultmuş, o da Mısır’dan kaçmak zorunda kalınca bu defa, en direkt ve sinsi İslam düşmanlığıyla Türkiye’yi merkez üssü olarak tayin etmiştir. Zira Müslümanlar için “İslamî devlet istemek” emelinin merkez üssü artık Türkiye’dir. Bu sebeple Türkiye’de, İslam’ı bir devlet halinde yaşama arzusunu, onu isteyenlerle birlikte kesmek şeklinde cereyan eden ve 1980 ihtilâlinden sonra 1997’de 28 Şubat post modern darbesi şeklinde işe koyulan mezalim, esasta İslamî devlet isteyen Müslümanlardan çok, İslamî devlet istetici Öz Muhammedî İslam’ı dönüştürme emeline matuf olarak sahnededir. Yani bataklık sineği halindeki Müslümanlarla tek tek uğraşmaktansa, bu bataklığı kurutmak ve artık, ruhî ritüellerden ibaret bırakılmış İslam’ı bir kültür figürü kılarak, kendisi açısından tehlikesiz kılmak isteyen şeytanî fikir hassası, fiilî tatbikat imkânı bulduğu Türkiye’de, Kemalizm’i artık Müslümanlarla barışmış haliyle bağrına basar, bunun için de Kemalizm’den, Müslümanları bağrına basmasını ister. Ama ne gerçek Kemalizm buna yanaşır, ne de gerçek Müslümanlık, Kemalizm’in bağrına basılmayı kabul eder. Öyleyse hem Kemalizm birkaç adım atmalı, hem de gerçek Müslümanlığı dönüştürmelidir. İşte son birkaç yılın “dindar Atatürkçülük” diye tariflendirebileceğimiz ve birkaç serseri marifeti olmadığı çok belli furya, en büyük himmeti tarihsel kılınmış İslam anlayışından alabilecek haliyle bu sürecin bir semeresidir. Devleti idare eden bazı millî kadrolar acaba, dış politika müşkülleriyle oyalanırken, devleti idare eden bazı mil’li kadrolar politika arası şeytanî dizayn çalışmaları mı yapmaktadır?

İşte biz; Kura-mer üyesi ve Nasr Hamid Ebu Zeyd hayranı Mehmet Emin Maşalı’nın İstanbul müftüsü olarak atanmasına bu manada bir işgil mimi koyuyor, bu atamayı salt, son çeyrek asırda seslerine çokça hoparlör tutulan, müesseseleşmeleri yolundaki engeller kaldırılan tarihselcilik marifeti görmüyor, bu atamadan bir ortaklık kokusu alıyor ve bu ortaklığın diğer kanadına da,   Neo-Kemalizm diye kodlayabileceğimiz yeni devir devlet algısını ve onun “İslam’da devlet yoktur, İslamî hükümlerin devri tarihseldir!” diye özleştirebileceğimiz düşüncesini koyuyoruz. Biz söyleyelim de; belki bu söylediklerimiz, bize inanan ve tarihselcilik karşısında tarih olmadığını bizzat göstermek isteyen müminlerce, bu alana esaslı işgil topları atılmasına, bu işgil topları da uyuyanların uyanmasına vesile olur… Ama kaydetmeden geçmeyelim:

-Onlar bizi alttan alta işgal ederken, onlardan işgillenmek için bile cesaret lazımsa, vaziyet kötüdür…