Fikre'l Yakîn

Yazan: 11 Ocak 2019 2618

Bilginin üç mertebesi vardır: İlme’l-Yakîn, Ayne’l-Yakîn ve Hakka’l-Yakîn… İlme’l-Yakîn, bir şey hakkında kitâbî bilgiye sahip olmaktır. Ayne’l-Yakîn, bir şeyi gözüyle görerek bilmektir. Hakka’l-Yakîn ise bir şeyi hakikatine vakıf olarak bilmektir. Gelelim bizim kullandığımız “Fikre’l Yakîn” ifadesine… Fikre’l Yakîn, ne az önce saydığımız bilgi mertebelerine ek olarak yeni bir mertebedir ne de bu mertebelere tenezzülsüzlük belirten başına buyruk bir bilgi edinme anlayışına verilen isimdir. Fikre’l Yakîn, ele alınan her meseleye, İslam’a perçinli fikir nazarıyla bakmaktır… O meseleyi fikir terazisinde tartıp, fikir cetveliyle ölçmektir… İslam’ın hukukunu her meselede fikrî bir tecessüsle korumak, o mesele üzerinden İslam’a yol açmaktır... Hâsılı, ele alınan her meselede bir fikrî yakınlık sahibi olmaktır... Marangozdan manava, futbolcudan siyasetçiye, öğretmenden doktora, hamaldan müteahhite kadar herkes, her şey hakkında konuşur da kaç tanesi bir dünya görüşüne, bir anlayış sistemine nispeten konuşur ve bu konuşmasında bir isabet kaydeder? Terazisiz tartım ve cetvelsiz ölçüm yapmak nasıl muhalse dünya görüşü sahibi olmadan bir mesele hakkında isabet kaydetmek de o kadar muhaldir. Bu hususta marifetin ne olduğunu marifet sarayının sultanlarından olan Ubeydullah Ahrar Hazretleri söylesin:

“Murakabe ve teveccüh marifet değildir! Marifet, bir gayeye inanıp o gaye etrafında hususi bir anlayışa sahip olmaktır.”

İzah etmeye çalıştığımız bu fikrî yakınlığa sahip miyiz, değil miyiz? Bu işin hakkını verebilir miyiz, veremez miyiz? Ayrı husus… Bizden hâsıl olan iyi, güzel ve doğruyu Allah’tan; kötü, çirkin ve yanlışı da nefsimizden biliyor ve “Bismillah!” diyoruz. Buyurun…

Küçük hesaplarla meşgul olanların büyük hisseden nasibi yoktur! Allah, himmetini yüksek tutan kullarını sever… Hangi iş ile meşgul oluyorsak, o işte zirve ne ise ve o zirveye nasıl ulaşılıyorsa, o zirveye talip olmalı ve bunun için de vakit kaybetmeden kolları sıvamalıyız… Allah’ın, ayette “…bir işi bitirince hemen diğerine koyul!..” diye emir buyurduğu hakikati, Müslümanlar olarak külfet değil de rahmet olarak anladığımız ve gereğini yaptığımız gün, millet olarak kurtulduğumuz gündür… “…bir işi bitirince hemen diğerine koyul!..” ayeti ve “Günü gününe eş geçen ziyandadır!” hadisi, Müslümanın her zaman ve mekanda takınması gereken fikir ve hamle adamlığının nasıl olması gerektiğini ölçülendirir. Elimizde Şeriat terazisi ve fikir cetveli olduktan sonra altından kalkamayacağımız yük ve boyunun ölçüsünü alamayacağımız mesele yoktur!.. Yeter ki Müslümanlığın asgari şartlarını yerine getirip, okuyalım, düşünelim ve hamle yapalım… Gerisi mi? Ona Allah kefil:

“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, o da size yardım eder ve ayağınızı yere sağlam bastırır…”

“Yakmak” mefhumunun ateşe nispeti ne ise, “yüzmek” mefhumunun balığa nispeti ne ise, “uçmak” mefhumunun kuşa nispeti ne ise “okumak” ameliyesinin de Müslümana nispeti o olmalıdır… Ama gelin görün ki Müslümanlar açısından manzara pek de böyle değildir. Ateşe yakmayı, balığa yüzmeyi, kuşa uçmayı öğretmek iddiasında bulunmak nasıl abesle iştigalse, Müslümana okumak telkininde bulunmak da aslında öyle olmalıdır… Allah’ın kendisine halife seçtiği ve eşref-i mahlukat ilan ettiği insanoğlunun ve bu insanlık kadrosu içinde bulunan hususi bir kadro olan Müslümanların, istidat ve mizaçlarına göre her anlamda dünyayı fetih ve imar işiyle vazifeli kılındığını lakin Müslümanların bu vazifeyi kuşanmak şuurundan fersah fersah uzak olduğunu kabul etmek zorundayız… Her sahada eser vermekle mükellef olan, zira bunun için yaratılan ve vazifelendirilen Müslümanların okumak hususunda gösterdiği gaflet tavrı karşısında çıldırsak yeridir… Müslümanın “Okuyamıyorum…” bahanesi, karşı karşıya olunan ordudan korktuğu için “Korkuyorum…” diyemeyipte “Savaşmak istemiyorum…” demesi gibi bir savaş kaçkınlığı belirtir!.. Mutlak lezzetin hukuku için icabında acı konuşacağız… Müslümanın kitaba ve okumaya duyacağı ihtiyacın ehemmiyetini, yaşamak için ekmeğe, suya ve oksijene duyduğu ihtiyaç seviyesine çıkarmadıkça küfür, gözümüzü boyamaya, idrakimizi köreltmeye ve beynimizi urlaştırmaya devam edecek…
Müslümanı okumamakla suçlamanın, kuşun uçmamakla suçlanması kadar saçma karşılanacağı günleri hasretle bekliyoruz…

Çocuk yetiştirmeyi bilmiyoruz… Bu alan, gerçekten ihtisas gerektiren ve ihmal edilmemesi gereken bir alan… Ana sınıfı programları ve kreşler çocuklarımızın zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik eğitimlerini karşılamada yetersiz… Ailelerimizin çoğu da bu konuda eğitimsiz ve duyarsız… Devletin bu anlamda çocuk yetiştirme programının olması ise elzem… Her çocuk, daha o yaştan itibaren devletin yönetim kadrolarında yer almaya adaydır. Bu yüzden devlet bu işe gereken ihtimamı göstermelidir.

Saksıda çiçek yetiştirir gibi çocuk yetiştirilmez… Çocuğa, ileride içerisinde yer alacağı içtimai hayata hazırlık idmanları yaptırılmalıdır. Bu anlamda çocuklar, ailelerin insafına ve tercihine bırakılmayacak kadar da devlet için önemli olmalıdır.

İslam’da çocuk, büluğuna ermesiyle birlikte mükellef olacağı ilâhî memuriyetin her cephesinde at koşturabilecek bir süvari adayıdır. Bu bakımdan çocuğun terbiyesi meselesi; üzerine titrenilmesi, hiçbir masraftan ve emekten kaçınılmaması, bunun için de devletin nezaretinde ve himayesinde olması gereken bir husustur. Sürüsünü muhafaza etmeyen çobanın, kurtların sürüsüne dadanmasından şikayetçi olmaya hakkı yoktur!.. Televizyon programlarından radyo programlarına, gazetelerden karikatür dergilerine, sinemadan tiyatroya, bilboardlardan esnaf tabelalarına kadar hayatın her alanında göz önünde ve tesir edici kuvvete sahip olan bütün propaganda aygıtları, kurtluk ve tedai ettirdiği cinayetler için müsait bir ortam arz ediyor… Biz de toplum olarak celladına aşık bir kimsenin içerisinde bulunduğu psikolojiye denk bir sahte huzurun kucağındayız… Hani bir söz vardır, “Diri kedi, ölmüş aslandan evlâdır!” diye… 14 asrı aşan bir aslanlık tarihine sahibiz ama bugün itibariyle sirk alanlarında karın tokluğuna çalıştırılan uyuz ve hasta aslandan da hiçbir farkımız yok gibi…

İstikbâlin aslanlarını yetiştirmekle mükellef olan aile ve devlet terbiyecisinden ne haber?

Fikriyle ve yaşantısıyla Müslümanda güven ve küfürde korku hissi uyandırmayan bir Müslümanın ve İslamî hareketin süs bitkisinden pek de farkı yoktur!.. Bu hissi, dosta ve düşmana yaşattığımız yıllar ve asırlar boyunca temsil noktasında İslam da hep zafer tahtında yerini aldı. Bu anlayışın iyi temsil edilememesiyle birlikte bizdeki bu gaflet tavrını da fırsat bilerek maddi keşif ve icadlarla bizi zor durumda bırakan, yetmedi bir de kendisine karşı Müslümanlarda oluşturduğu şapşal ve aptal hayranlık hissiyle bizi fiilde ve fikirde mankurtlaştıran Batı ile, ancak yine fikirde ve fiilde İslam’a sımsıkı bağlı bir anlayış inşa etmekle başa çıkabiliriz. Düşmana benzeyerek düşmanın sırtının yere getirelemeyeceği bir bedahattir. Bu hakikati, hakikat sarayının sultanı olan Fahr-i Kainat Efendimiz şöyle ifade eder:

“Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır!..”

Hamasetle, kuru övgüyle, sahte tesellilerle 21. yüzyıl dünyasının dişli ve tırnaklı küfür azmanına karşı yürütülmeye çalışılacak her İslamî oluşum daha işin en başında kaybetmeye mahkumdur!.. Bu dişli ve tırnaklı küfür azmanına karşı koyacak olan, pençesi kavî, dişleri keskin ve heybeti dağ gibi olan İslam aslanıdır... Hayalini resmetmeye çalıştığımız bu aslanı, kartpostallardan ve müzelik tablolardan çıkartıp cemiyette salına salına yürütmekle mükellefiz… Yaklaşık üç asırdır İslam ormanında masum ceylanların canına okuyan sırtlan ve çakalların zulmünden bıkıp aslan adaletine ve siyasetine hasret çeken orman ahalisine düşen asgari vazife de huzurunu özlediği ortamın zuhuru için karınca hissesince adım atıp, tavır ve duruş sergilemektir. Allah, çilesini çektirmediği hiçbir şeyin nimetini kuluna yedirmez!..

Müslüman, siyasetten psikolojiye, iktisattan sosyolojiye, sanattan edebiyata bütün ferdi ve içtimai alanlarda dişli ve tırnaklı olmak zorundadır. Her alanda bilgi ve fikir gücüne sahip olmalı ve bu güçten Müslümanları mesrur, küfrü tedirgin etmelidir. Adeta, Allah ve Resulü’nün düşmalarına korkulu rüyalar gördürecek bir çap ve kuvvete erişmelidir. Bunun için yaşamalı, bunun için düşünmeli, bunun için ölmelidir… Şunu unutmayalım ki güç, oyunu bozar!..

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi