Bu sayfayı yazdır

Modern Dünyada Yalancı Müceddidler

Yazan: 22 Haziran 2020 1789

Peygamber Efendimiz’i (sav) görmüş veya O'nun (sav) bir kez olsun nazarları altına girip iman etmiş müminlere sahabe denilir. Sahabenin, sahabe olmayanlara üstünlüğü ise yıldızların arzda bulunanlara üstünlüğü gibidir. Nitekim Allah Resulü (sav): “Ashâbım yıldızlar gibidir, onlara tutunan kurtuluşa erer.” buyurmuşlardır. İşte bu yüzden takvada, ihlasta, dini hassasiyetlerin tamamında; ideal davranışların ve ideal anlayışın yeri de sahabeler ve onların hayatlarıdır. İslam uleması, Kur’an-ı Kerim’in hayata nasıl idame ettirildiğini, sünnet-i seniyyenin neler olup neler olmadığını hep onlardan öğrenmişlerdir. Hatta hadis rivayetlerinde de ilk raviyi oluşturduklarını yani sahabe-i kiram devreden çıkacak olsa Allah Resulü’ nün (sav) mübarek sözlerinin bize ulaşamayacağını bilmemiz gerekir.

Güneşin etrafına toplanan yıldızlar gibi Efendimiz'in (sav) etrafına toplanan sahabilerden sonra yeni gelen her nesilde bazı dini hassasiyetlerde azalmalar olmuştur. Hasan-ı Basri Hz.’nin sahabe neslinden sadece birkaç nesil sonra yaşayanlara: “Siz sahabileri görseydiniz onlara deli derdiniz, onlar sizi görselerdi bunlar Müslüman değil derlerdi.” sözündeki manâ bunu bize göstermektedir. Yine Enes b. Mâlik Hz.’nin (ra) zulme uğrayan Şam halkına: “Sabredin! Hiçbir yıl yoktur ki, sonra gelen ondan daha kötü olmasın. Sizler Rabb’inize kavuşana kadar böyle devam edip gidecektir. Peygamberimiz’den (sav) böyle dinledim.” buyurması da meseleyi izhar etmektedir.

Bütün bunlardan ötürü insanlar üzerinde oluşan gevşeklik bazı dinî hükümlerin de uygulanmasında sıkıntılara yol açacaktır. Burada müceddid dediğimiz zâtlar, oluşan sıkıntıların, kaldırılıp bozulan hükümlerin aslî hüviyetine kavuşmasını sağlayacaklardır. Müceddidlerin bu tür uygulamalarına tecdid hareketleri denir ki bu mesele tamamen yine Asr-ı Saadet devrine rücu etme çabasından başka bir şey değildir. Bu durumda bazı hükümleri eskimiş bulup ortadan kaldırmak gibi bir niyet yoktur, zaten böyle bir niyet hâlis de değildir. Efendimiz (sav)’in devrinde Muâz b. Cebel Hazreleri’nin (ra) Yemen’e giderken, önüne gelecek davaya nasıl hüküm vereceği sorulunca Allah’ın kitabında, onda bulamazsa Resulü’nün sünnetinde, onda da bulamazsa re’y ile ictihad ederek hüküm vereceğini söylemiş; bunun üzerine Efendimiz (sav) Allah’a hamd etmiştir. Bunun gibi sahabe döneminde birçok örnek görebiliriz. Asr-ı Saadet’ten sonra asırlar boyu tecdid hareketleri yapan zâtlar nirengi noktası olarak sahabe-i kiramı almışlardır.

Peki, bugün modern dünyada insanların ideal olarak kabul ettikleri yer, zaman, neresi veya kimler? Rasyonel bilim anlayışını savunan ve aydınlanma geleneğine dayanan modernizm, özneyi merkeze alır. Yaratıcı ile insan arasına mesafe koyar ve insanı kutsar. Sonuç olarak herhangi bir şeyi açıklama ihtiyacı hâsıl olduğunda bunu yalnızca putu hâline getirdiği aklı ile açıklamaya çalışır. İslamiyet’te ise teslim olduktan sonra akıl dinin hizmetine girer, Yaratıcı’yı tanır ve bilir. Modern dünyada Müslümanlar’ın çoğunun mâruz kaldığı nefsânî hissiyatlarla galebe gelen akılcılık ve fikir babaları ise insanların ideali hâline gelmiştir. Bunun en mühim sebeplerinden biri de aydın olduğu iddiasındaki Batı hayranı kimselerin, Batı karşısında, teknoloji, sanayi, askeri vb. alanlarda geri kalmışlık psikolojisidir. Batı’nın zenginliğini sömürü ve kölelik ile elde ettiğini de nedense görmez bu aydınlar. İşte bu eziklik tavrı da tecdid hareketlerinde sahabeyi, Asr-ı Saadet devrini değil de, Batı’yı ideal hâline getirmekten geçer. Allahu Teâlâ’nın kitabında buyurduğu: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular; onu insan yüklendi. O cidden çok zalim ve çok cahildir.” buyurması hasebiyle insan bir kere inandım demesiyle birlikte çok büyük bir külfet altına girmektedir. İnandıktan sonra nefse zor gelen bazı hükümleri ortadan kaldırmak veya ehemmiyet arz etmeyen bir hâle getirmek için de ideâli Batı olarak görmek mümkündür.

Anadolu coğrafyasında ise modernleşme, batılılaşma fikri toplumsal anlamda Tanzimat döneminde zirve yapmıştır. Öyle ki dinî ve ilmî anlamda da anlayışların Batılı olması gerekliliği vurgulanarak CHP ve müritlerinin fikir babası olan Ziya Gökalp tarafından İctimâî Usul-i Fıkıh adlı bir proje geliştirilmiştir. Bu projeye göre Fıkıh Usulü sosyolojik bir zeminde yeniden inşâ edilecek; fıkıh toplumu değil, toplum fıkhı belirleyecektir. Zaten Ziya Gökalp bununla ilgili makalesinde toplumun örfü ile ‘nass’ın aynı olduğu, yerlerinin değiştirilebileceğini söylemektedir. Günümüz İlahiyatçı akademisyenlerinin de üzerinde durup etkisinde kaldığı bu mesele yalnızca fıkhî boyutta sınırlı kalmamış, bir dönem Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Şerafeddin Yaltkaya, yazdığı bir makalede, Kelam ilminin de toplumun hayat tarzına göre tesis edilmesi gerekliliğini savunmuştur... Netice itibari ile Batı hayranlığı ve modernizm her geçen gün insanların yaşayış tarzına, ahlakına, fikrine, zikrine hatta imanına kadar musallat olmuş durumdadır. Kitap, sünnet, icma, kıyas ortadadır ve asırlardır devam ede gelen usul ile dini hükümler, gerektiği yer ve zamanda tecdid edilmiştir. Gayesi; hayatın her vechesiyle Allah Resulü ‘nün (sav) sahabeleri gibi bir hassasiyetle yaşamak ve yaşatmak olan Ehl-i Sünnet ulemanın agora meydanlarına çıkacağı, Müslümanlar’ı içten çökertip imansızlaştırmaya çalışanların da temizleneceği günleri Allah’tan niyaz ediyoruz.

Enes Selim İrez