Mükerrer Ufunet

Yazan: 02 Ekim 2019 2853

Dünyanın en güzel bestesini vasatın altında çalan ahenksiz bir orkestra misal… Düşünün ki bir de bu orkestranın tıngırtısı bozuk kaset hususiyetiyle kakofonisi sürekli tekrar ettirmekte… Hakikatin aşkla tekrarına ders denir illaki, fakat aşksız kazmalar tarafından hamasi tekrarı?

Şüphesiz dert…


Belki milyonlarca ağızdan milyarlarca kez ses dalgaları halinde kimi zaman isabetli, kimi zaman savruk, kimi zaman saçma ve sloganik, kimi zaman da ahmakça bir tesellinin kanat çırpışı halinde dillendirilen bir husustan bahsetmek çoğu zaman bahseden için talihsizliktir… Tam burada Seyyid Sıbğatullah El-Arvasi Hz’lerinin Minah’ta serdettiği hakikate dem vurmak lazım aslında, mealen:

“Talebeleri kendilerine artık neden eskiden Allah dostlarının yaptığı gibi sohbet halkaları kurup tasavvuf hakkında muhabbet edilmediğini soruyorlar… Efendi Hz’leri buyuruyor (yine mealen):

Bir iş kemale erince artık onun hakkında konuşmak yoktur, tatbik vardır.”

Burada bahsedilen “kemal” ifadesi mana itibariyledir yani işin idraklerde kemal bulmasıyla… Efradının ve ağyarının netleşmesi, siluetinin keskin bir biçimde nazara gelmesi bir bakıma…

“Mutlak hakikati izafileştirilme” çabalarını yoğun biçimde hissettiğimiz şu çağda ne kadar da netameli bir iş, değil mi?


Lafı gereksiz uzatmaktan kaçınmak adına ve müşkülümüzü daha rahat izah etmek sadedinde misallerin ihtar kudretine sığınalım o halde: Bugün İslam tebliği (!) adına ağzını açan neredeyse herkesin diline pelesenk ettiği birkaç hadise vardır ve o hadiseler sürekli önümüze farklı aşçılar tarafından defalarca pişirilerek sunulur. İşin kötüsü “artık bunu yemek istemiyorum” gibi bir çığlık atmana müsaade etmeden de kaşıklı ağzına tepilir. Sünnet olurken ağzına lokum tıkıştırılan çocuğun his âleminden pay alıverirsiniz bir anda… Misal tesettür meselesi… Her ağzını açan mutlaka bir laf söyler. Yukarıda da eylem tablosunu zikretmiştik; kimi zaman isabetli, kimi zaman savruk, kimi zaman saçma ve kimi zaman da bilmem ne… Sorasım gelir hep: Belki milyon adet hoca, düşünür, taşınır, kaşınır adam bu husus hakkında laf etti peki ya daha da iyiye gitmesi gerekirken neden kangren haline geldi bu mesele Allah aşkına? “Yanlışı nerede yaptık?” sualinin de ağızlarda iğreti bir kostüme bürünmesinden dolayı bunu hemen akabinde sormaktan da açıkçası çekindim. “Yanlışı nerede yaptık?” sorusunu başka bir yanlışla cevaplayanlar hatta nerede yanlış yaptıysak oraya gidip orada farklı bir yanlış yaparak bize saç baş yoldurtanlardan ötürü…

Daha da ekleyelim yine tesettür meselesi üzerine… Genelde tesettür meselesi kadınlar üzerinden dönüp durdu yıllarca… Bu devran dönerken de erkeklerin de şaftıyla beraber pantolonları ve gömlekleri de kaymaya başladı… Bilirsiniz “İmamın Manken Kızı” adında bir roman vardır, bugün bu romanı yazdıran kaygıları yeniden kontrol ettiğimizde bunun üzerine “İmamın Manken Oğlu” gibi bir muvazenesiz bir isim tamlaması eklememek elde değil. Düşünsenize “İmamın Manken Kızı” romanının kurgusunu bahsettiğimiz tamlamaya (İmamın Manken Oğlu) uydurduğumuzu… Bence hiç sırıtmayacaktır.


Anlatmak istediğimiz şu aslında: Hadiselerin meydana gelişlerini dış cephesine bakıp ilk akla gelen yorumlamalardan ve meseleleri temcit pilavı derekesine indirmekten her daim kaçınmak… Evini nizama sokmak gayretini her daim bileklerinde ve muhkem gönlünde barındıran bir ana deyişiyle “her yer her yerde” ise eğer ve tesettür gibi madde planında bir durum olsa da mana itibariyle ar, namus, iman dünyasından işaretler veren bir konu hakkında kangren olmuş bir problem varsa evvela durup düşünmek lazım… Düşünürken de kahvede zaman katleden dayılarca ya da mahalle kenarında dedikodu kazanı kaynatan teyzelerce ana usul olmuş Aristo mantığıyla değil de gerçek mütefekkirin önümüze sunduğu tefekkür usulüyle… Muhasebe, tecrit, terkip ve nispetle düşünmek yani… O halde muhasebemizi yapalım:

Mevzu tesettürse eğer (farklı bir şey de olabilir); bu konudaki ahkâmın insanlara bağlayıcı gelmemesindeki sebepler nedir? İnsanlara kendi kaba hatlarını ifşa etmesini güzellik, çağdaşlık veya özgürlük diye yutturan temel inanış nedir ve bu nasıl ve ne yolla hayânın iktidar merkezi olan vatanımıza sokulmuştur? Gerçek güzelliği ve gerçek özgürlüğü insanlara nasıl anlatabilir ve yaşanmasının mümkün olacağını üç boyutlu halde nasıl gösterebiliriz? Yine aynı hususta nefse düşen payı hangi usul ve yollarla terbiye altına almalıyız? Ruhumuzun iman ve ilahi vecd ile örülü atlas libaslarını nasıl ve ne şekilde dış planımıza yansıtmalıyız? Ayağımıza giydiğimiz çoraptan başıma çattığımız devlet tuğuna kadar cemiyet ve nizamımızı hangi sistemle kıyamete kadar her gün doğup batacak güneş gibi bir disiplin timsaline çevirebiliriz?

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi