Bu sayfayı yazdır

Ahlâksızlık Kazanında Kaynayan Toplum

Yazan: 20 Nisan 2019 3173

İnsan… Kalbi, Allah-u Teala’nın tecelligâhı olan, en kıymetli mahlûk. Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri’nin Makâlât eserindeki tasviri ile “küçük kainat”… Alemde ne varsa kendisinde bulunan… Zariyât Suresinin 56. ayetinde geçtiği üzere “kul olması” için yaratılan... Halk edilenlerin en şereflisi! Ancak bu şeref madalyasını gölgelememenin, karartmamanın, kaybetmemenin yegâne yolu ise İslam olunması...

İnsan, İslam olduğu kadar insandır. Çünkü her meselenin olduğu gibi insanın da hakikati yalnız İslam’da. Üstad Necip Fazıl Kısakürek Hazretleri’nin de buyurduğu üzere ‘İnsan, neden ve niçin olduğunu, nasıl ve ne olacağını; her canlının başına musallat bu tek sualin biricik cevabını yalnız İslâm’da bulur.” Yeryüzünde insan kadar yükselebilen ve yine insan kadar alçalabilen başka bir canlı yoktur. Alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Fahri Kainat Hazreti Peygamber Efendimiz’in yanı başında dahi ne kadar yükselebilindiğine ve ne kadar alçalabilindiğine bir misal getirelim. O’nun mübarek çehresini görünce “senden daha güzelini görmedim” buyuran Hazreti Ebu Bekir Efendimiz de insan, “senden daha çirkinini görmedim” diyen ‘belhum adal’ (hayvandan aşağı) güruhunun başını çekenlerden Ebu Cehil de insan...

İnsanın, hem Allah katındaki hem yeryüzündeki yerini, seviyesini, makamını belirleyen şey, yapmış olduğu seçimlerdir. İman bir seçimdir mesela; Allah’ın yahut gayrısının seçimi… İslam, “iyi-doğru-güzel”in diğer adı ve gayrısı da -tersten bir okumayla- “kötü-yanlış-çirkin”in bizzat kendisi. Elbette insanın seçimlerini etkileyen sayısız husus var ve bu hususlar içinde en fazla ehemmiyet arz edenlerden biri de şüphesiz ‘çevre’ bahsi. Gelin çevremizdeki ‘etki’ unsurlarına bir göz atalım…

Sokağa çıkıyoruz, kafamızı kaldırıp, sağımıza dönüyoruz; belediyelerin kiraladığı billboardlarda eşcinsel “DJ”lerin boy boy fotoğrafları! Estağfirullah çekiyoruz... Solumuza dönüyoruz; hanımların özel günlerine ait dev reklam afişleri! Edebin, ahlâkın, haysiyetin böylesine ayaklar altına alındığı sokaklarımızda kafamızı önümüze eğmek durumunda kalıyoruz. Bir de ne görelim; yerde fahişelerin kartvizitleri! Gözlerimiz yerdeyken bile zulüm altında! CHP mezalimi iktidarda olsa, iman öfkesi gereği bu hayâsızlıkları çıplak elleriyle parçalayacak olan adamlar “başımızda nasıl olsa muhafazakâr hükümet var; yanlış bir şey olsa müdahale edilirdi” diyerek, kıblelerinin istikametini Mekke’den Söğütözü’ne çevirdiklerinden habersiz sinirleri alınmış kasap çengellerindeki etler gibi hissiz bir seyirdeler... Ve bu tavırlarının en basitinden Türkiye’deki milyonlarca reklam panosunun teftiş sorumluluğunu sevdiklerini iddia ettikleri Erdoğan’ın üstüne atarak hem vebâl hem gereksiz yük altında bıraktıklarından bi’haber dava adamcılığı oynuyorlar. Evvelâ hakiki sevgi, sevdiğinin yükünü omuzlamakla mümkündür, lakin kimin umurunda ki hakikat?..

Dağılmasın mevzu... Boğulduk sokakta! Geldik nefeslenmek için hanemize... Dokunmaz olaydı elimiz kara kutunun kumandasına. Ha namlularının istikameti kalbimize dönük olan düşman toplarına “Ateş!” emri vermişiz ha ‘kara ordu’yu bir tuşla hanemize buyur etmişiz... “Ne kadar çok ensest ilişki o kadar çok reyting” pusulasıyla sıradanlaştırılmaya çalışılan namussuzluklar bir yandan; çıplak kadın bacağının gölgesinde siparişe göre fetva(!) veren, noktası feda edildiğinde hakikati ortadan tamamen kalkan muazzez ve mukaddes İslâm libasını müşterisinin arzusuna göre kesip biçen hocalar(!) diğer yandan; ayaklar altına alınmak istenen mukaddesatın “üzerinde daha fazla nasıl tepinebiliriz”in kaygısı ile çekilen diziler çok başka bir yandan delik deşik ediyor -zaten üstünde sayısız açık yara bulunan- ruhlarımızı...

Kendi hanemizin içinde dahi hicret etmeye muhtaç bırakılan halimizle neşriyatlara internetten bir göz atmak istiyoruz. Çocuklar için bir hikaye kitabı... Hemen hemen her kitapçının önerilenler listesinde bulunan Nunila Lopez Salamero’nun Renkler adlı neşri. Kendisi, Renkler'i yazma sebebini açıklarken, "Hala erkek egemen ve maço özellikleri ağır basan bir toplumda çocuklara feminizmin önemini anlatma ihtiyacını önüme koymam üzerine, benim kendi kendime ısmarladığım bir şeydi." diyor. Sonra da ekliyor, "Bu öyküler o zamandan bu zamana pek çok kız ve erkek çocuğa, hayatı bize ezberletilenin dışında bir yerden görmeye başlamalarına yardım ettiler". Kitaptaki cinsiyet bahsini konu alan “mavi ile pembe”nin hikayesinden sadece bir cümle aktararak geri kalan muhtevayı idraklerinize bırakıyorum; “Pembe: ‘Sen mavi olmak zorunda değilsin ben de pembe olmak zorunda değilim.’ Ve birleşerek yeni bir renk oluştururlar: eflatun...” Yani üçüncü tür! Kalanını varın siz tahayyül edin...

Ailelerin bir uyuşturma, sessiz kılma, girilen ortamda etkisizleştirme aracı olarak kullandığı ve çocuklarının ellerinden düşür(t)mediği tabletlerde neler izleniyor bir göz atın isterim... Gayesi, gayesizlik olan, her türlü ahlâksızlığı ‘görev’ bilerek, videolar çeken fenomenleri bile -ki çocukların gözünde onlar mutlak kahramanlardır- bir kenara bırakarak hayranı oldukları müzik(!) gruplarından haberiniz var mı? ‘Hayran’ kitlesi 15-16 yaşın altında olan Güney Koreli müzik(!) grubu  Big Hit Entertainment’ı duydunuz mu hiç? Makyaj yapan, parlak kıyafetler giyen, saçlarını renkten renge boyayan 7 erkekten(!) oluşan bu grubun, Batıda güdülen “cinsiyetsiz toplum projesi”nin doğu ayağı olduğunu anlamak zor değil. Güney Kore’de “makyaj yapan erkek çocuklar” artık doğal karşılanıyor. Peki sadece Güney Kore’de mi yahut Avrupa’da mı olağan görülüyor -BTS özelinde- cinsiyetsizlik? Bir televizyon kanalında program yapan yazar, bu grubun adını ağzına alıp çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsedince 100.000’e yakın tweet atıldı bu topraklarda, evet Türkiye’de! Küfür, hakaret, akla hayale gelmeyecek ithamlarla dolu 100.000’e yakın tweet... Bu cinsiyetsiz grubun aleyhinde laf dahi söyletmeyen, onları adeta mukaddesi bilen 10.000’lerce çocuk bizim çocuklarımız! Avrupa’da 7 yaşının altında olmasına rağmen milyonlarca takipçisi olan ‘kendi hür iradeleriyle kızlaşmayı seçmiş makyaj stilisti çocuk fenomen’ler var. Rahatın, neme lazımcılığın, adam sendeciliğin frekansına ayarlı kulaklarınızı hakikat kanalına bir yöneltin de, hanenizin içine dahi bangır bangır çalan tehlike çanlarını, artık duyuverin.

“Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!”

            Millet, devletin namusudur. Hali hazırda bu milleti, yakın planda bugünün çocuklarını ve sonrasında da bu çocukların gelecekte oluşturacağı toplumu korumak adına Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir eylem planı var mıdır; varsa hayata geçirmek için daha ne beklenmektedir? Kendi vatanında dahi -bu milleti yoktan var ettiğini sananlar tarafından parya muamelesi gören bu vatanın asli sahipleri olan mütedeyyin insanların akıllarından şu soru çıkmamaktadır; “sokaktan tut hanemizin içine kadar küfrün, azgınlığın, sapkınlığın taarruzu altında böylesine zulüm görmekteyken son bir gayretle etrafında halkalandığımız ‘muhafazakâr hükümet’ neyi muhafaza etmektedir?”

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!”

            Kurbağa, kaynar suya girmezmiş lakin içine girdiği suyun derecesi yavaş yavaş arttırılarak kaynatılınca, bunun farkına varamamasından ötürü haşlanarak can verirmiş.... Kurbağa tıynetli koltuk sahipleri hissedemiyor, göremiyor, idrak edemiyor ama memleket kazanı ahlâksızlıkla fokur fokur kaynıyor ve bir toplum -kemmiyette cılız kalan seslerin haricinde- haşlandığından habersiz can veriyor! Nerede insanları yeniden insan olmanın haysiyetine erdirecek, İslâm ile müşerref kılacak, en azından kılma gayesinde samimi olanın önünü açacak irade? “Öksürük şurubunu içmek istemeyen hasta evladına, şifası için icabında zorla içiren annenin” sahip olduğu hakiki merhamete eş, devletimiz ne zaman ‘kötü-yanlış-çirkin’ hastalığının kökünü kazıyacak olan ‘iyi-doğru-güzel’ şurubunu icabında zorla içirecek fedakârlığı gösterecektir?..TV ÇOCUK

Kusura bakmayın(!).. Beylik laflarınıza, muzaffer edalarınıza, köpürttüğünüz ucuz hamasete limon sıkıyorum ama; doğudan batıya, kuzeyden güneye, televizyondan neşriyata; her yönden ve her sahada; doğmamışımızdan ölmüşümüze kadar, küfrün kuşatması altındayız...

Uyanın artık!

Bir zahmet... 

Alperen Çalışkan